Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ERDEMİN YOLU

Hepimizin hayatta rolleri var. Hepimiz yeryüzüne birer görevi üstelenerek geliyoruz. Bunun ne olduğunu bize zaman farkındalığımızla gösteriyor. Yaşam döngüsünde kendine katkısı olanlar ne yapması, nerede durması ve yaşam amacının ne olduğunu biliyor. Ve buna göre adım atıyor.     Bulunduğunuz yerde misyonunuzun ne olduğunu anlamaya çalışın. Eğer misyonunuz tamamlanmışsa oradan geçip gitmeyi bilmeniz gerekir.    Birilerinin size ihtiyacı var. Sizin bir sözünüze, sevginize ya da yol gösterişinize… Hepimiz dünyaya hayata tek başımıza geliriz; ama yolda bize eşlik eden insanlarla yürüyüp, onları hayallerindeki ya da bir şekilde yaşamlarında eksik kalmış adreslerine ulaştırdığımızda oradan ayrılıp, yürüyüp gitmeyi bilmemiz gerekir.    Kişilerin hayallerine ulaşması kendi başlarına imkansız olduğu için siz onlara eşlik edersiniz. Bu sebeple bağlanmamayı öğrenmeniz gerekir. Yalnız başına çıktığınız bu yolda çoğu kez yalnız başınıza olduğunuzun farkında olmalısınız. Ve en önemlisi de ne istedi
En son yayınlar

NOEL'E AZ KALA

Her insan doğumu ile birlikte yaş aldıkça hayaller kurmaya başlar. Kurulan bu hayaller, her dönemin kendisine özeldir. Yani çocukken kurduğunuz hayaller çikolata, kraker, oyuncak, anne-baba ile gezmeye gidebilmek, oyun parkları vs...'dir. Ama büyüdükçe hayalleriniz genişler. Kimi hayalleriniz gerçekleşmedikçe (-ki aslında gerçekleşmesi için zamana bırakılması gerekir) sizin istediğiniz zaman diliminde o zaman git gide o hayallerinizden uzaklaşmaya başlarsınız. Ve bir süre sonra ise hayal kurmayı unutursunuz.  Hayaller, sihirli birer kapıdır. Kapısını araladığınızda gördüğünüz o güzel silüetler sizi bambaşka dünyalara, hayatlara, yollara çıkarır. Ve hayal kurmak emin olun çok güzel bir eylemdir. Evrene gönderdiğiniz her güzel enerji sizi sarar, sarmalar ve mutlu yarınlara doğru, anlara doğru yürümenize aracı olur. Bunlar güzel olanlar...  Bir de kurulmaması gereken hayaller vardır. Sizi mutlu edeceğine inandığınız o güzel kareler, aslında doğru değildir kimi zaman. Mutluluğu, mutsuz

Başladığın Noktada Olmak!

Tam da şu anda… Nefes alamıyordunuz. Bazen birinin boğazınıza sarıldığını ve sımsıkı elleriyle sizi boğduğunu hissedersiniz. Kimseyi hiçbir şey için zorlayamazsınız. Onu bir şeyler yapması, hissetmesi için zorlayamazsınız. Eğer yüreğinde titreşim yoksa o titreşimi ne yaparsanız yapın oluşturamazsınız. İşte tam da öyle bir şey şu an ki durum.    Mutlu olmak isteyip de olamadığınız, ne kadar çabalasanız da aslında ait olmadığınız bir yerde, bir hayatta hüküm sürmeye çalıştığınızı hiç düşündünüz mü? Ben düşünürdüm. Neden mi? Sebebi, ait olmadığınız bir yerde zorla kalmaya çalışıyormuşsunuz gibi gelir. Sanki o ev, o dünya, o kalp, o sığınmaya çalıştığınız omuz size hiç ait olamamış gibi gelir. Yabancılaştığınız bir yerde ne kadar durabilirsiniz? Ben duramam.    Bu sebeple de özür dileyin; önce kendinizden, sonra ondan… Çünkü bu şekilde devam edemezsiniz; sizi sevmesi için her şeyi zamana bırakmak kendinize yapacağınız en büyük haksızlık olur. Tüm bunları görüp de buna devam etmek saçmalık

Notaları Sil Baştan Yazabilmek...

Hadi unutalım birlikte… Her şeyi silip atalım herhangi bir şehrin, herhangi bir sokağındaki köşe başına, tüm duyguları, tüm yaşanmışlıkları, aklımızda kalan her bir detayı…    Acıyla yoğrulan, bununla beslenen karakterlerin hikayeleri hep aynıdır. Yalnızlık bir tercihtir; duygularından korkarak yaşamak ve kaçmaya çalışmak tüm zorluklardan, tüm mücadele edebilme gücünden, tüm güzel duygulardan…    Derinlerde duyulan müziği ısrarla susturmaya çalışan akıl, kalbe yenik ne zaman düşer? Ne zaman insan yüreğinin sesini dinler? Ne zaman gerçekten savaşçı ruhuyla ve tüm aşkıyla karşısındakini sarmalar ve ona sımsıkı sarılarak nefes almaya başlar?   Notaları sil baştan yazabilmek, kendi müziğini yaratabilmek, kendi sesini, o en derinlerden gelen sesi duyarak onu herkese seslendirmeye çalışmak çok mu zor sizce?    Susmuyor kalp, susmuyor beyin, susmuyor ruhun rüzgarı, susmuyor özlemler, susturulamıyor çığlıklar…    Acıysa acı, pişmanlıksa pişmanlık, suçluluksa suçluluk, ne varsa var olan, tüm gü

Dön Yüreğine...

Kapat gözlerini… Sonsuz uykuya dalar gibi… Sanki hiç varolmamış, hiç sevmemiş, hiç özlememiş, hiç yaşamamış gibi kapat gözlerini. Seni heyecanlandıran, seni saran o güzel duyguları yok say zalimce.    Kapat yüreğini… Sanki hiç hissetmemiş, hiç düşlememiş, hiç ama hiç varolmamış gibi…    Kapat dudaklarını… Ağzından sanki hiç güzel bir söz çıkmamış, sanki hiç gülmemiş, hiç mutluluktan kahkahalar atmamış gibi sessiz kal öylece.   Kapat beynini düşünmeye… Düşündükçe derin çukurlara yuvarlanmayı kes, sanki mutlu olmayı hiç istememiş, hiç güzel anları, günleri yaşamamış, daha iyisinin olmasını istememiş gibi unut tüm aklından geçenleri.    Sen ki hayatı dolu dolu yaşayan kadın, şimdi ne oldu da sustun. Bu kadar kolay vazgeçilebiliniyorsa eğer, sen neden zamana yenik düştün.    Son günlerde denk geldiğin şu sözü hatırla “Sen beni zamana bırakıyorsun da zaman beni sana bırakacak mı?”    Zaman kimi kime bırakmış da seni kayırsın şimdi. Sessizliğin aslında kurulan onlarca cümleden biri olduğunu

İçimdeki Boşluk

Sevmek asırlardır işkencedir. Her hikayenin sonu çoğunlukla hazin sonla bitiverir. Acının tadı dudaklarındadır. Soluduğun havada, dokunduğun her yerdedir. İnsan yaşarken nasıl yaşlanır; nasıl ruhu acıyla dolar, nasıl yalnızlaşır bilirsin.    Boşluk sarar her bir yanı… Ruhun boşalır bir anda adeta. Hiçbir şey hissedemez olursun. Ne kızgınlık, ne kırgınlık, ne mutluluk, ne mutsuzluk, ne hüzün, ne heyecan… Güneş başka bir yerde doğar, yıldızlar başka bir toprakta parıldar.    Keşke dersin 80’lerde, 90’larda yaşayabilseydim. O zamanlarda çoğu şey daha masum, daha güzel, daha kıymetliydi. Şimdi en çok da o masumiyeti özlüyor insan. Bildiği, tanıdığı ve sıcacık olan dönemleri.    Bir araba, bir yağmur, bir doğa, bir huzur, bir mutluluk, bir sıcaklık, bir hüzün, bir umut, bir sevgi, bir aşk, bir yalnızlık, bir…    Zaman mı durdu; yoksa durduruldu mu? Nerede kadı onlarca güzel yaşanmışlık ve yaşanılacak olanlar. Yalnızlaşan ruhlarımızı nerelere bıraksak da kurtulsak içimizdeki korkulardan. Bit

Acının İki Yüzü

Acının iki yüzü vardır. Biri istemeden verilen, kabuk bağlanmış yaranın yeniden kanamasına yol açmak; bir diğeri de bile isteye karşındakini üzdüğünün bilince olup, onu üzmeye ve yaralamaya devam etmek…   Geçmişin izleri herkese göre derindi; herkesin bir geçmişi herkesin yara aldığı bir sol yanı vardı. Beraberinde gelen onlarca zorlu gecenin, günün ardından yeniden sizi hayata bağlayan sebepler, insanlar, güzellikler varken onu bile isteye parçalamaya çalışmak zalimlik değil de neydi?    Karşısındaki insanı cezalandırmak; onu parçalara ayırmak ve onun yaşanmışlıklarına duyarsız kalıp, söylediği her kelimeyi, cümleyi geri plana atmak bencillikten öte hiçbir şey değildi. Her yaratılan travma dönüşü olmayan yollara sapmaktaydı. Artık zaman ilaç değil; sadece imkansızlığı gösteren bir araçtı. Dönüşü olmayan yollar açılmıştı; geride bırakılan çakıl taşları yürürken canı acıtacak birer tuzaktı artık.    Zaten hiç varolmadığını gördüğün duyguların peşinden saçma bir şekilde gitmeye çalışmak