Ana içeriğe atla

Açlık ve Çaresizlik...

Bir adam gördüm… Ve yarı aç ruhuyla ortalıkta serselice dolaşıyordu. Nereye savrulduğunu hiç bilmeden, o bilinmezlikte oradan oraya yuvarlanmaktaydı. Kime ve nasıl ait olduğunu bilmediği bu sürecin içinde sıkıntılıydı. Daha doğrusu sıkışıp kalmıştı. Bir isteği vardı; ama ne istediğini o da bilmiyordu… 

Yuvarlanan her şey gibi onun da bir yaşamı vardı; aynı yuvarlağın içinde dönüp durduğu o absürd saçmalıklar silsilesinde. Bağırmak istiyordu sanki, ama erkekliğine yediremiyordu. Söyleyeceği onlarca cümlenin altında ezilip kalmıştı. Duygularının selinde öksüzdü; ve bu kimsesizliği onun esaretinin bedeliydi. Gitmek mi yoksa kalmak mı istiyordu? Bilmiyorum… 

Başını okşayıp, omzumu uzatsam acaba o şevkat duygusuna kapılabilir miydi? Cevapsız sorulardan biri daha işte. En iyisi mi sen onu bırak kendi haline. Ne istiyorsa onu yapsın. Kanatlanıp nereye uçmak istiyorsa uçsun… Özgür olduğunu bilsin yeter. Özgürsün dostum, uç uçabildiğin kadar...

Yorumlar

Shuttle Transfer dedi ki…
Blog'unuzu çok yakından takip ediyorum ve oldukça başarılı buluyorum. Mümkün olduğu sürece yazılarınızı okumaya çalışıyorum. Sizleri tebrik ediyor başarılarınızın devamını diliyorum.
Burcu ÖZDER dedi ki…
İlginiz ve güzel yorumunuz beni çok memnun etti... Çok teşekkür ederimm...

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...