Ana içeriğe atla

Yoksun aslında... Yoksun işte!

Kalabalık caddelerin ortasındayım... Yüzüm gözüm dağılmış bir vaziyette. Rimellerim gözlerimden akmış; bulaşmış yanaklarıma... Rujum silinmiş, yarım yamalak dudaklarımda. Buğulu bakışlarla netliği yakalamaya çalışıyorum. Arabalar vızır vızır bir sağımdan bir solumdan geçip gidiyor. Susmuyor kulaklarımdaki çığlıklar. Kapatıyorum ellerimle, duymak istemiyorum haykırışları, isyanları. Sebebim değilsin; hiçbir şeyim değilsin. Bırak beni öylece! Bırak beni sessizliğime... 

Bir değildik; hiçbir şey değildik biz... "BİZ" diye bir gerçeklik yoktu; hiç olmamıştı. Savrulmuş hayatların esiriydik. Öylece, bir başımıza baktığımız gecelere... Sarhoştuk belki... Hep sarhoştuk zaten bu hayatın bize getirdiklerine. Bağımlıydık bize acı çektirenlere... Kifayetsiz kalan cümleler gibiydik. Anlatılamaz; anlaşılamazdık. Ha vardık; ha yoktuk... Yok olmanın anlamsızlığındaydık!

Yürür gibi değil; koşar gibi hiç değildik. Ellerimizi birbirine vursak; şakşaklasak tüm şu dünyayı, "Hadi be kardeşim; git be oradan; git be yanıbaşımdan" desek; desek de aslında hiç işitilmesek! Amaçsızca yol alsak... Bugün istediklerimi yarın istemediğimi görsem... Görsem de ne değişecek! Yalan, ziyan, kıyan onlarca nedene bakınca... 

Ah be dostum! Ah be karşı duvar! Çok mu tekmeledim seni bu sabah... Çok mu konuşup ağrıttım başını bu akşam... Ne sabahım, ne akşamım değilsin ki... Zaten hiç olmadın! Olamazdın da... İstemedin "Olur" olmayı sen aslında... Bu hayatta varoldun; ama neden varolduğunu bir türlü anlayamadın.

Elimde koca bir şişe şarap... Dikiyorum kafama içindekini içime doğru... Hadi diyorum unuttur bana tüm bu yaşanan yalan hikayeyi... Unutsun beynim, algıyı kapatsın; çeksin fişini şu arabaların arasında... Biri çarpsın bana ve her yer tüm renklerden ayrışıp sadece siyaha boyansa... Ne dersin? Var mısın gitmeye? Uzaklara, çok uzaklara gidip, tüm pisliklerden silkelenmeye... 

Yoksun aslında... Yoksun işte! Hiç olmadın ki aslında... Varolmanın ne olduğunu bilmediğin bu dünyada sen hiç doğmadın ki aslında! 



BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...