Ana içeriğe atla

Aşk ile ilgili anlatacaklarım var sana; gel sebastian!

Tatlı bir müzik geliyor kulağıma... Şu yaz sıcağında ısıtıyor tüm soğumuş olan ruhumu, bedenimi... Kapatıyorum gözlerimi ve sadece düşünüyorum! Hayalini kurup, özlüyorum aşkın güzelliğini... Diyorum ki; haydi o zaman bu vakit neden kayboluyor? Yazık değil mi boşa geçen zamana? 

Ben aşkı gözlerde buluyorum Sebastian! Kalbi kırılmış birinin aşka daha çok saygı duyması ve sahip çıkması gerekmez mi? Bu herkes için değişir tabi ki. Bir adam, kalbi kırılmış bir kadının bakışlarında; bir kadın ise kalbi paramparça edilmiş bir adamın bakışlarında kaybolmayı ister. Çünkü bilir ki o bakışlarda derin hikayeler saklıdır. Bilir ki o bakışların mahzeninde kendini unutabilirsin; onunla gidebilirsin bilmediğin herhangi bir bilinmezliğe... Tek gereken güvendir aslında. O güveni yakalamaktır. 


Bir baharın gelmesi gibidir aşk, sebastian! Önden küçük bir esinti başlar... Sonra rüzgar savurur seni bambaşka bir noktaya. Güneş yavaştan yakar tenini, ısıtır yüreğini. Belki buz gibi bir deniz arada serinletir düşlerini. Bir soğuk bira açıp yudumlarsın onun sarhoşluğunda. Aşk; bahardır, yazdır; hayatının en tatlı mevsimidir. Unutmayı asla ama asla istemezsin; eğer onu yaşarsan. Ya da adam akıllı yaşayamadıysan.

Aşk doğrunun ya da yanlışın ne olduğunu sana unutturandır. Ona yaklaştığında "Sıcak" denir; uzaklaştığında "Soğuk" denir. Sıcak-Soğuk oyunu gibi yönünü bulmaya çalışırsın "AŞK"ı ararken... Unutmak en kolayıdır Sebastian! Kaçtığında her şeyden, ilgini dağıttığında, bambaşka uğraşlarla oyalandığında gerçekten unutur musun ki!? Yoksa ertelemek midir tek yapılan? Unutmak istediğin ne varsa uyuyunca geçer demiş bazı bilgeler... Yalan! Yok öyle bir dünya... Varsa söyle nerede bana da! 

Hadi Sebastian; aç bi şişe rakı, şarap, bira ne içinden geçiyorsa, otur yamacıma... Dert çok, derman yok! Denizin sesi, kumsalın sakinliği, gökyüzünün güzelliğinde konuşacak konular çooookk derin! Kısacası mevzu fazla mı fazla derin... Ben anlatırım; sen dinlersin de... Sen hep dinlersin bilirim! Konuşmak benim işim; dinlemek ise senin... Ah be Sebastian! Kim kaybetmiş ki ben bulayım bu derde derman olabilmeyi... Geceleri sabah yapabilmeyi, gündüzleri ise günlere katabilmeyi... Şimdi söyle Sebastian! Vazgeçip unutmak mı tek doğru? 


Not: İşte içimi ısıtan müzik... Kapat gözlerini, dinle! 

BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...