Ana içeriğe atla

KADIN HER GÜN DEĞERLİDİR

Bir kadın düşünün… Zaten o bir kadın, tüm kadınların önemini size gösterir. Sadece tek bir kadın düşünün, üzerindeki sorumlulukları, onun naif duruşunu, onun sevgi dolu gözlerini düşünün. Bir anne, bir eş, bir sevgili, bir kız kardeş, bir dost her şey olabilmenin büyük yüküyle beraber size ne kadar şevkatle yaklaştığını düşünün. Kadın değerleriyle size gelir. Onun değeri tüm dünyanın değeri demektir. Her bir kadın ayrı ayrı değil; bir bütün olarak sizin karşınızda durur. Onun duruşu sizin gücünüz demektir.

Erkekler çoğu zaman bu gücün göstergesinden uzaklaşır. Farkında olsun ya da olmasın kırılganlıklarını göz ardı eder. Onun anne şevkatini kendi annesinin şevkatinden ayrı tutar. Oysa ki ayrılmaz bir parçadır tüm kadınların değeri. Çünkü anneye gösterilen sevgi de eşe gösterilen sevgi de aynıdır. 

Günümüz yüzyılında kadına artan değerin büyümesi gerekirken, kadın hala mücadeleci ruhuyla savaşıyor. Kendini kanıtlama, varolma sürecini tamamlama, benim de burada olduğumu unutmayın deme çabasıyla sürekli mücadele ediyor. Peki neden? Kadın kendini neden ispatlamak zorundadır? Gerek var mıdır böyle bir sürecin içinde kendisini bulmaya? Tabi ki "HAYIR!"


Kadına şiddeti konuşuyoruz hala gün ve gün… Kadına aile içi şiddetten daha korkutucu gelen bir tasvir yapın bana. Bir genç kız yüz vermiyor diye onu takip eden adam tarafından önce kaçırılıyor; sonra tecavüze uğruyor; sonra da hunharca katlediliyor. Ya da bir anne, eşinden her gece fiziksel şiddet görüyor; ertesi günü dışarıya çıkacak hali olmuyor yüzündeki morluklardan dolayı. Veya kadın eşiyle boşanmış, ancak başka bir adamla evlilik planı yapabilme hakkını ve özgürlüğünü kullanamadan, eski eş tarafından sokak ortasında vurularak öldürülüyor. Bir diğer yandan kadın çocuğu tarafından bile para, altın için evinde katledilebiliniyor. Fiziksel şiddetin kol gezdiği günümüzde psikolojik şiddetin de yer aldığını unutmamak gerek elbette. Kadın, varolan en önemli varlık. Kadın, köle değil. Kadın,  şiddetini uygulayacağın kum torbası değil. Kadın, onu ezip geçeceğin yollar değil. Bunu artık tüm dünyanın kavraması gerek. En başta da Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan hala bazı geri kalmış zihniyetlerin algılaması gerek.

Kadın, kendi isteğiyle kapanıyorsa türbanını takar. Ama mecbur edilmemeli hiçbir şey için. Kadın, evlenmek istiyorsa biriyle bu onun da seçtiği bir insan olmalı, görücü usulü saçmalıklarla karşılaşmadan. Kadın, sevdiği adamla kaçmak zorunda kalmamalı, ailesiyle sevdiği adam arasında kalıp gittiğinde, kardeşi namus davası diye peşine düşüp, onu vurmamalı, öldürmemeli. Bırakılsın artık bu saçma sapan hareketler dizgisi. Hala bunları konuşuyoruz. Her kadınlar gününde olduğu gibi gene konuşuyoruz; yine konuşuyoruz. Ama artık "YETER!" diyoruz. Lütfen artık buna bir son verin.

Kadının bir çiçek kadar hassas ve değerli, mis kokulu, onu sevdikçe kokusunu dağıttığı çok değerli bir varlık olarak görün; sevin ve incitmeyin.

TÜM KADINLARIMIZIN 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Justhe dedi ki…
yazdığınız yazıyı tamamen yargılamak bir erkek olarak tabi ki bana düşmez. söylediğiniz bir çok şeyde de tabi ki haklısınız. Ama kadın kavramından öte, insanların diğer bir insana cinsiyet ayırmadan "insan" olarak bakması gerekiyor.her şeyi es geçelim, kadın, çocuk, bebek, anne... her şeyi... o bir "insan." bu saygı duyulması gereken bir kavram. tabi ki herşeyin çözümü fiziksel veyahut ruhsal şiddet değildir.
Diğer bir konuda bir insana nasıl baktığımızdan öte, yeni nesil modern dünyada şuna da dikkat çekmek gerekir. bir insanı ne kadar seversen sev, ne kadar ilgi gösterirsen göster, ne kadar hoşuna gidecek şeyleri yapsan da, insanoğlu her zaman için açgözlüdür. bu değişmez bir gerçek. "kadın veya erkek" farketmiyor. açgözlülük cinsiyet ayırmıyor maalesef. biri için ne kadar önemli olursanız, silinme olasılığınızda o kadar yüksektir. ve tabir-i caizse, rahatlığın battığı kavramlar hepimiz için geçerlidir. diye "düşünüyorum."

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...