Ana içeriğe atla

Yüzleşiyorum Kendimle...

Not: Bu yazıyı aşağıdaki video şarkıyla birikte okuyun lütfen!

Mutluluk… ve Mutsuzluk… Bir insan her iki duyguyuda uç noktalarda aynı anda nasıl yaşayabilir? Nasıl yüreğinin bir yanı coşkuyla gülümserken, öbür yanı gözyaşlarına boğulabilir? Nasıl bir aşktır ki bu, insanı yerden yere vurabilir?

Soramazsın… Aklındaki milyonlarca soruyu soramazsın. Konuşamazsın… Karşı karşıya gelince anlatmak, çözümlemek, ifade etmek istediğin onlarca cümleyi dile getiremezsin. Bakamazsın… Gözlerine saatlerce durup öylece sevgi dolu bakışlarla bakamazsın. 

Nedenler ve Sebepler… Yarım kalmışlıklar ve tamamlanmışlıklar… Gelişmeler ve Sonuçlar… Hepsi sarar dört bir yanını vahşice ve umursamazca. Hiçbirini etrafından kovalayamazsın. 

Gece derin derin nefes alışını duyarsın. Sarmalamak istersin onu tüm gücünle, lakin yapamazsın. Sabah uyandığında yanağına öpücüğünü kondurmak istersin; onun da seni öpücüğe boğmasını arzularsın. Ama hayaldir işte; gerçeklerle o sabaha uyanırsın. 

Sana… Gerçekten sadece sana ait olmasını istersin. Aklıyla, kalbiyle, aşkıyla… Güvenmek istersin; onun için gerçekten değerli olduğunu bilmek istersin. Ama duyamazsın; hissedemezsin; yaşayamazsın. 

Sen cesursun ya… Tüm fedakarlıkları yapanın sen olması gerekir ya… Susarsın; neden ben diyemezsin. Onun için arada bir arayıp sorduğu bir insan olmaktan öteye gidemezsin. Çünkü bu ilişkiye adını koymaktan kaçan adamdır o.  Ağlarsın… Saatlerce ağlarsın. Lakin onun günde bir kez bile olsun aklına gelip de nasıl olduğunu sormasını beklemekten yorgun düşüp, umuda kanat çırpamazsın. 

Aşk bu mu peki? Acı çekmek mi? Onunla her yeni güne, yeniden birbirimize aşık olarak başlamak değil mi güzel olan? Hep mutlu sonlar sadece dizilerde, filmlerde mi olur? Belki de ben hayalperestim...

Peki o halde! Yüzleşelim bakalım gerçeklerle… 


BURCU ÖZDER


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de