Ana içeriğe atla

Korkunun İKİYÜZÜ


Korku... Bazen bir film seyredersiniz; ve korkuyu iliklerinize kadar hissedersiniz. Sizi öyle bir noktaya sürükler ki düşlerinize kadar girebilir. Hayatınızda kaç defa korku filmi izlediniz? Ya da hiç izlediniz mi? İzlemediyseniz ise neden? Size bu kez farklı bir konuyla geliyorum. Farklı bir şeyi sizle tartışmak istiyorum. Aldığınız soluğu sorgulamak istiyorum.

Sıradan giden hayatınızın bir gün ansızın sakinliğinden çıkıp, sizi bir daha asla geri dönemeyeceğiniz bir kabusa sürüklediğini bilseniz ne yapmayı tercih ederdiniz? O sakinliğe kavuşmayı mı yoksa girdabın içinde kaybolmayı mı isterdiniz? 

Yıllarca kocaman evin içinde evde kimse yokken bir odadan diğerine gitmek istediğnizde belki de ışıkları tek tek yakarak ilerlediniz. Hep bir şeylerin sizi gizliden gizliye takip ettiğini, hiç ummadığınız bir anda da size saldıracağını düşündünüz. Çaresizce hissettiğiniz o soğuk ürpertinin ruhunuza işlediğini gördükçe bundan kurtulmanın yollarını aradınız. Bildiğiniz ya da bilmediğiniz her türlü varlığın etrafınızı sardığını düşündüğünüz o anlarda başınıza gelebilecek en korkunç şey sizce neydi?

Bir azılı katilin ya da bir sapığın işkencesine maruz kalmak mı? Sokakta yürürken bile ağaçların arasında sizi gizlenmiş bir varlığın izlediğini bilseniz ne yapardınız? Koşarak oradan uzaklaşır mıydınız? Peki koşmanız yeterli olur muydu? Sizi kurtarabilir miydi başınıza gelebilecek en kötü beladan? 

Bu ülkede onlarca sapık ya da katilin işkencesine maruz kalan insan dolu... Ve siz her defasında korkularınızla yüzleşmek durumunda kalıyorsunuz. Kendinizi güvende hissetmiyor; ve yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmadığını bildiğinizde ölümün belki de tek kurtuluşunuz olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa ki yanılıyorsunuz.Tek yapmanız gereken korkularınızla yüzleşmek. Ve en kötü kabusunuzla bile bir gün gelip yüzleştiğinizde ona karşı koyabilmek. Çünkü ölmek seçebileceğiniz en kolay yol. Önemli olan zoru başarmak; ve karşılacağınız tüm kötü karakterlere karşı elinizden gelen her türlü savaşı gerçekleştirmek. Yoksa aldığınız nefes bir anda bitebilir.

Bu yüzden korkunun çift taraflı o karanlık ve aydınlık yüzünü görmeye çalışın. Karanlık sizi sonsuzluğa, aydınlık ise ölümsüzlüğe ulaştıracaktır. Siz hayatın hangi yüzünü tercih ediyor olacaksınız bunu bir düşünün! Ve lütfen korkunun sadece bir duygudan ibaret olmadığının farkına varın. İyi haftalar herkese!


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...