Ana içeriğe atla

Ey Aşk Hoşçakal!

Bu gece saçmalamak istiyorum. Kafamın estiği gibi olmak istiyorum. Fırtınanın rotasına kapılmak istiyorum. Aslında kaçmak istiyorum. Yok olmak istiyorum. Bu şehri şimdiden terketmek istiyorum. Bana ait olan bir şey kalmamışsa durmanın ne manası var diye soruyorum artık. Sebepsiz değil elbette ki hiçbir şey. Her eylemin bir çıkış noktası var. Ama çok sıkıldım ben! Çooooookkkk hem de...

Kendini tekrarlayan hatalardan, sonuçlardan, belki ifadesizlikten... Bir anda insana kal gelmenin verdiği etkinin anlamını anlatamadığı sürece yol alamaz ki hiç kimse. Yol alamıyorum ki işte... Böyleyim ben de. Elimden gelen bu. Alışmak bir insana, alışmak bir başka bedene, alışmak bir başka ruha, ona sahip olmak, ona dokunmak, ona senin bir başka parçanmış gibi yaklaşmak hemen olmuyor. Ama içinde hissettiğin kıvılcımın ateşe dönüşmesini sabredemiyor bir başkası. Ateş tamamen alevlenmeden soğuk suyu döküveriyor üstüne. Sen o foslamanın etkisiyle ayılıyorsun; ama iş işten geçmiş oluyor. Ve giden gitmek istiyorsa dur demek saçmalıktan başka bir hal almıyor. 

Bu gece var ya bu gece... Belki de bir önceki günden kalan 45 dakikalık uykuyla sadece yaşanmaya başlanmıştır. Kim bilebilir ki... Belki de bir başkası rahat uyurken, senin yıkıntıların arasında kalmışlığındır gerçek. Olamaz mı dostum? Olur; hem de bal gibi olur. Çünkü gerçek bu; hem de ta kendisi...

Hepimizin aradığı sadece aşk değil mi aslında? Ait olduğun insanı bulduğunda nerede, hangi şartlarda olursa olsun yaşamak değil mi hayatı? Aslında aynen şu an kurduğum cümle gibi her şey; aşk da öyle. Tam da olması gerektiği gibi... Tam da olmasını istediğin gibi... Denklem değil ki aşk? Belli bir formüle girmesi gerekmiyor ki... Sadece zaman... Az biraz zaman gerek. Sabırsız kalpler ve bedenler ise olacak olan her güzelliği her defasında böyle tüketmiyor mu zaten? 

Öfke... İçindeki o öfkeye dur diyemiyorsun değil mi? Diyemiyorum işte... Bitmiyor; bağırsam da, ağlasam da, sussam da bitmiyor. Yüzün, gözlerin aklıma düştükçe bir kez daha kızıyorum kendime... Çünkü anladım ki kalbe kiralıkmış aşklar... O yüzden bu gece sarhoş olmak istiyorum; hayatımda belki de ilk defa sarhoşluğun dibine vurmak isityorum. O yüzden dokunmayın bana... Bu gece ruhumu serbest bırakıyorum. Nereye gtimek istiyorsa gitsin diye... 

Bir "Hoşçakal" kadar üzücü... Bir "Her şeyi noktalamak istemek" kadar saçma... İstenen böyleyse o  zaman böyle olsun; gidiyorum senden... Başkasına mı ait olmak istiyorsun? Ol o zaman; ne kadar mutlu olacaksan. 

Hoşçakal! 



BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de