Ana içeriğe atla

Gül ve Kurbağa

Herkese merhaba! 

 

Uzun zamandır mini hikayeler yazmadığımı farkettim. Bugün ki yazıma da yine böylesine güzel bulduğum bir hikaye ile başlamak istiyorum. 

 

Bir zamanlar, kırmızı bir gül varmış. Herkes bu gülün bahçedeki en güzel çiçek olduğundan bahsedermiş. Gül insanlar ona iltifat ettiğinde çok mutlu oluyormuş. Ancak, insanların ona daha yakından bakmasını istiyormuş. Herkesin neden ona uzaktan baktığını anlayamıyormuş.

 

Bir gün, gül yakınlarında oturan büyük, kara bir kurbağa olduğunu fark etmiş. Kurbağa hiç de yakışıklı değilmiş; soluk bir rengi ve çirkin benekleri varmış. Ayrıca gözleri öylesine büyükmüş ki herkesi korkutabilirmiş. Gül o zaman bu kurbağadan dolayı kimsenin ona yaklaşmadığını fark etmiş.

 

Hemen kurbağaya oradan uzaklaşmasını söylemiş. Kurbağa gülün ne kadar kötü görünmesine sebep olduğunu nasıl da anlamamıştı ki? Çok alçakgönüllü ve itaatkar olan kurbağa hemen durumu kabul edip, gülü daha fazla rahatsız etmek istemediği için oradan uzaklaşmış.

 

Birkaç gün sonra gül çürümeye başlamış. Hem yaprakları, hem de taç yaprakları dökülmeye başlamış. Artık kimse ona bakmak istemiyormuş. Birden, yakınlardan geçen bir kertenkele gülün ağladığını görüp, güle ne olduğunu sormuş; ve gül ona karıncaların onu öldürüyor olduğunu söylemiş. O zaman, kertenkele gülün çoktan bildiği şeyi söylemiş: “Kurbağa karıncaları yiyordu; ve senin güzel kalmanı sağlıyordu.”

 

Hayatta da bunun gibi durumlar hep var. Tolkien’in dediği gibi “Altın olan her şey parlamaz, başıboş dolaşan herkes kayıp değildir.” Siz size değer katacak olanın, size güzel bir yaşamı ya da saf mutluluğu verebilecek olanın kıymetini zamanında bilmediğinizde karşınızdaki kişi de kurbağa gibi istenmediğini ya da değerinin anlaşılamayacağını anladığı zaman bulunduğu ortamı terkedip gider. Oysa ki sizin güzel görünmenizi sağlayacak gizli bir ışıktır o kurbağa… Arkanızdaki gizli güç, destekçi, yorulduğunuzda sığınacağınız küçük bir limandır belki de… Bir kurbağa olmak zordur. Hep masallardaki gibi kurbağa çirkindir; cadı bile bir prensi kurbağa yapmamış mıdır? Ve sadece onu gerçekten severek öpecek olan o kızın ışığıyla eski haline dönebileceğini okumadık mı dinlemedik mi yıllarca? 

 

Sadece size parıldayan güzelliklere bakın; onun kıymetini bilin. Yanınızda olduğunda, hayallerini size anlattığında onlara ortak olmak isteyeceğiniz, birlikte yeni hayaller de ekleyebileceğiniz insanın kıymetini bilin. Eğer zamanında kıymetini bilmezseniz; sonrasında ne yaparsanız yapın hiçbir anlamı kalmaz bazı şeylerin. 

 

O yüzden sizi olduğunuz gibi zamanında seven insanlara şans verin! Çünkü gerisi sadece hikayedir… 



 

Burcu Özder





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de