Ana içeriğe atla

Saklı Cennet ASOS

Tatil mi? Dinlenmek mi? Hayat mı yoksa cennet mi? Kalabalık ortamlar  mı yoksa sakinlik mi? Doğa mı ya da taş binalar mı? Seçim her haliyle, her şekliyle sizin. Ama emin olun ki, hem tatil, hem dinlenmek, hem cennette olmak hem de sakin bir doğa içinde başbaşa kalmak istiyorsanız; işte size fırsat; Ege'nin Saklı Cenneti ASSOS sizi bekler. 

Mükemmel bir görsel sahil şeridine sahip olan ASSOS, tarihiyle de bir o kadar etkileyici. Akropolis Athena Tapınağı ve Assos Antik Tiyatrosu sadece bunlardan birkaç tanesi. Tarihi Liman Kenti genel de hotel ağırlıklı bir bölge halini almış. Ama ASSOS'un diğer yakası yani Kadırga Köyü bölgesi hem plaj alanlarıyla hem de hotellerinin doğayla daha bir bütünlük içinde olması daha tercih edilir bir zemin hazırlamaktadır. 

Assos antik kenti sönmüş bir volkanik tepe üzerine ve andezit kayalıkları arasına  kurulmuştur.  Bu andezit taşı ise kentin inşasında kullanılmış. Assos taşı olarak da anılan bu taş çok dayanıklı olduğundan işlenmesi çok zormuş; bu yüzden de eskiler ona "insan yiyen taş" demişler. Bunun dışında kentin, Behramkale köyü, Adatepe, Sivrice, Sokakağzı, Koruoba ve Kadırga Koyu ile Assos Limanı olmak üzere belli başlı bölgeleri buralar sayılabilir.

Athena tapınağı, Anadolu'daki Arkaik Çağ tapınakları içinde çok özel bir yere sahipmiş. Bu tapınak, bir sütun başlığında yazılan yazıya göre tanrıça Athena'ya adanmış ve o yüzden de bu ismi almıştır. Helenist çağa kadar kullanılan tapınak içinde bulunan Tanrıçanın evi olarak kabul edilen kutsal odaya yani Cella'ya sadece tapınak görevlileri girebilmekteymiş. Burada tapınağa ait heykel ve tanrıçaya sunulan hediyeler saklanmaktaymış. Tanrıçaya hitaben yapılan törenler, açık havada ve eller havaya kaldırılarak yapılmaktaymış. Tapınağa katillerin,sarhoşların ve doğuştan kusurlu olanların girmeleri yasakmış.  Burası bir nevi sığınma yeri olarak kullanılırmış. 

Antik tiyatro ise Antik kentin güney yamacında kalmaktadır; ve Midilli Adası'na karşı kurulmuştur. Daha sonraları tiyatronun bir deprem sonucu yıkıldığı belirlenmiştir. 2500 kişilik olan tiyatro, sonraki yıllarda taşocağı olarak kullanılmış. Mimarisine bakıldığında ise Roma çağı tiyatrosu olduğu söylenmektedir. 

Assos 'un Antik Kent bölgesinde gezerken aralıklarla buranın yerli halkının yapmış olduğu erişte, kuskus ve tarhana ile el örgüleri işler, nane, kekik ve çeşitli takı ve süslerin satıldığı tezgahlarla karşılaşacaksınız. Çok tatlı bir halkına sahip olan kent, bir o kadar da yerli ve yabancı turistlerin özellikle kış döneminde elini ayağını çekmesiyle ıssızlığa bürünmekte. Eğer yolunuz düşerse ve bu tezgahların yakınından geçerseniz; mutlaka bu halka siz de yardımcı olun ve hem onların bu el emeklerini takdir etmiş, hem de onlara geçimleri konusunda yardımcı olmuş olursunuz. 

Bu arada ASSOS'un yemek-içmek için nesi ünlü derseniz hemen söylüyorum. Damla Sakızlı dondurması ile Damla Sakızlı Türk kahvesi meşhur. Özellikle  muhakkak damla sakızlı Türk kahvesini içmenizi öneririm; emin olun ki böyle bir tadı daha önce hiçbir yerde tatmış olamazsınız. Çok güzel bir özel fincan kapsülünde getirilen kahvelerimizi yudumlarken, köyün içinde oturduğumuz köy kafesinden de tüm manzarayı görebiliyorduk. 

Kış dönemlerinde daha sakin bir ortama sahip olan kent, yaz döneminin gelişiyle beraber oldukça hareketli bir ortama kavuşabiliyor. 

Sizler eğer ailenizle ya da sevgilinizle ya da eşinizle 3-4 günlüğüne çok da uzak olmayan yaklaşık olarak İstanbul'a 5-6 saatlik bir mesafede olan Ege'nin saklı cenneti ASSOS'u dinlenmek için küçük bir tatil beldesi olarak görüp, gelirseniz; bence pişman olmayacaksınız. Geldiğinizde de özellikle bu bahsettiğim yerlere mutlaka uğramanızı ve bu eşsiz doğa harikasını yaşamanızı sizlere öneriyorum. Şimdiden gidecekler için de iyi dinlenmeler diliyorum!


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Burcu ÖZDER dedi ki…
Çok teşekkürler! :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...