Ana içeriğe atla

Elisa'nın Gizli Dünyası - Part 1


Bir kadın... Adı Elisa; 30'lu yaşlarında hala genç, hala enerjisi yüksek ve hala güzelliğini yitirmemiş bir genç kadın. Gözlerindeki ışıltının kaybolmamış olmasını dileyen bir benlik. Ruhu hep özgür, kalbi bir o kadar da yorgun bir kişilik. İçinde hep bir fırtına koparan, onu alıp oradan oraya vuran durdurulamaz bir çılgın. İnatçı ve mazoşist bedeninden yorulmuş bir kişilik aslında Elisa. Onu tanıdıkça belki kendinizden parçalar bularak daha çok seveceksiniz; belki de daha çok nefret edeceksiniz. Seçim sizin? Elisa'nın hayatına hoşgeldiniz! 

********
Güzel bir yazın öğleden sonra saatleriydi. Havada güzel bir doğa kokusu vardı.  Her yer insan doluydu. Havuza girenler, güneşlenenler, su da şakalaşanlar, etraf adeta cıvıl cıvıldı. Hele ki o güneşin parlak dokusu üzerine değdikçe Elisa bedeninin ısındığını farkediyordu; ama ruhundaki soğukluğu hiçbir şey dindirmeye yetmiyordu. Kafasında hep aynı deli sorular vardı. Bir türlü onlardan kurtulamıyordu. Aslında sorularının cevaplarını almıştı; fakat yine de engelleyemediği o cümleler ve ifadeler onu kasıp kavuruyordu. 

Birden elini çantasındaki telefonuna attı. Sakince yine aynı mesaj kutusuna girdi; ve okudu “Ne istediğimi, ne yapmak istediğimi bilmiyorum”. “Bilmiyorum mu?” diyerek bir kez daha kendi kendine fısıltıyla söylendi. Bilmiyor musun cidden dedi içinden ekrana bakarak. Paul’den ayrı kalalı tam tamına 21 gün olmuştu. Ve Elisa geçen her günün daha kötüye doğru gitmesine engel olamıyordu. Biriken öfkelerinin ve yaşadıklarının onda bıraktığı izleri hem silmek istiyordu üzerinden; hem de onlara sımsıkı sarılmış hepsini salıverse geride ondan kalacak sanki hiçbir şey olmayacak gibi kendisine geliyordu. Kurtulamadığı ikilemler gittikçe artıyor; onu da bilmediği karanlık bir çukurun içine doğru sürüklüyordu. Aynı Paul’ün zaman zaman bakışlarında yakaladığı karanlık dünyası gibiydi hissettikleri. Belki de o karanlık dünyanın içinde bile bile kaybolma arzusunu dindiremediğindendi tüm bu yaşadıkları. Ancak Elisa bile buna tam anlamıyla bir cevap bulamıyordu.

“Zihnimden artık onu atmam gerekiyor“ diye içinden geçirdiği cümleyle Elisa telefonu birden bıraktı. “Onu düşünmek istemiyorum” dedi içinden sitemkar bir şekilde. Hele ki burada. İnsanların tam da ortasında yine ağlamaya başlayamazdı. Çünkü ne zaman yaşadıkları aklına gelse durduramıyordu gözbebeğinde biriken yaşları. Gözlerini ve bedenini bir kez daha güneşe özgürce bıraktığında aslında hiç de özgür olmadığını, bağlarının sımsıkı bir başkasına bağlı olduğunu farketti. O kahve gözlerin içinde hapisti; ve tutuklu kaldığı her saniye, orada daha da çok kalacağını ona fısıldıyordu.

Elisa kendisine acı vermekten hoşlanan bu adama neden bu kadar bağlanmıştı. Onun hayatındaki sırları mıydı bu kadar bağlanmasına sebep acaba? Ah, bir bilebilseydi neyin onu esir aldığını… Tüm bunlar yine zihninde Elisa’ya oyunlar oynarken o gözlerini kapattı; ve yattığı şezlongda biraz uyumaya çalıştı. Çünkü buna çok ihtiyacı vardı.

********
Eve geldiğinde çantasını ve havlusunu bir köşeye doğru fırlattı. Ne kadar zamandır evle ilgilenmediği gözüne ilişti. Dağınık olan eşyaların yerini düzeltmek bile içinden gelmiyordu. Her şey olduğu gibi kalabilirdi. Zaten ne önemi de vardı ki… Ha orada durmuşlar; ha dolabın içinde… Tüm bu hengame işlerin ne kadar boş ve sıradan olduğunu nelerle meşgul ediyoruz hayatlarımızı” diyerek düşündü. 

Ardından yavaşça üzerindeki plaj elbisesini çıkarttı. Bronzlaşan tenine aynada baktı. Bugün normaldekinden daha fazla güneşin altında kalmıştı; ama bu ton farkı ona çok yakışıyordu. Sonra yavaşça banyoya doğru ilerledi. Önce bikinisinin üstünü, ardından da altını çıkarttı; ve hepsini düştüğü yerde bıraktı. Duşun suyunu sıcağa doğru ayarlayıp, küvetin içine girdi. Çıplak bedenine değen suyun güzelliğinde saçını şampuanlamaya başladı. Pürüzsüz, yumuşacık teninde aşağı doğru süzülen köpüklerin rahatlatıcı etkisini çok rahat hissedebiliyordu. Sanki Paul’ün parmakları o an teninde dans ediyordu; ya da dudaklarının ince dokunuşları eşliğinde kendisini ona teslim ediyordu. Banyo lifini üzerinde gezdirirken içindeki arzunun ortaya çıkmasından korktu bir anda Elisa. Onu tanrıçalaştıran bu adamın izleri hala üzerindeydi. Hala kalbi onunla seviştiği zaman ki gibi inceden inceye titriyordu. Ve yanında olsa şimdi bu suyun altında neler olabileceğini hayalinden geçirirken ona her anlamda sahip olmanın, onun da her anlamda kendisine sahip olmasının ne kadar büyüleyici olacağını bir kez daha her yanında hissetti. “Aptal” dedi içinden bir kez daha Paul’e… Her şeyi berbat ettin! 


(Devam edecek...)


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de