Ana içeriğe atla

Elisa'nın Gizli Dünyası - Part 2

Bir adam... Adı Paul, 30'lu yaşlarına yaklaşan genç bir delikanlı. Bebeksi yüzü ve kusursuz vücuduyla etrafındaki kadınların ilgisini çeken biri. Hayatının ağır yüklerini gözlerinin puslarına yerleştirmiş, o buğulu ifadelerle etrafına bakan bir duygu çukuru... Sırları ve hayata bakışı, onun sessizliğine gömülmüş durumda. O sessizlik ki onun hem sonu hem başlangıcı aslında. Seçimleri onu iyice dibe çekerken, etrafına halinden memnun olmadığını ifade etse de gerçekte yaşantısından memnun olan bir çapkın. Paul; hemen her kadının hayatına girmiş ya da girebilecek olan bir adam. Elisa'nın hayatına da aniden girerek onu asıl etkilediğini gördükçe Paul'ü daha iyi tanıyacaksınız.

********
Paul, Detroit'ten çıkıp kendini Chicago'ya attığında geride her şeyi bırakacağını sanıyordu. Ama öyle olmadı. Yaşadığı dünya onu yine esir almıştı. Paul, anlık zevklerinin kurbanı olmaya devam edecekti. Hayalindeki hayata kavuşması yakın olduğu kadar uzaktı onun için. Çünkü kendi kaosunda sürekli boğuluyordu. Ve çırpındıkça daha da derinlere doğru ilerlemekteydi. 

Elisa, Paul'ü ilk tanıdığında hayatına dair elbette ki hiçbir şey bilmiyordu. Oysa Paul ona "Sor; bana bir şeyler sor. Her şey olabilir. Saçmada olsa soru sor" demişti. Elisa bu cümle karşısında memnun, ama utangaç bir edayla gülümsedi ona. İlk aklından geçen soru; "sevgilin var mı?" demek kadar saçmaydı. Ama o an dudaklarının arasından sadece "Peki" demek geçmişti; hafif kızaran yanaklarının allığında. Onunla bir şeyler yapabilmek, bir şeyler paylaşabilmek küçük küçük o kadar güzeldi ki... O kadar masumdu ki her şey... O kadar olması gerektiği gibiydi ki... Elisa tüm bunlardan fazlasıyla etkilenmişti. Paul'ün Elisa üzerinde bıraktığı iz; şefkat ve hoşgörüydü. Elisa'nın da seveceği adamdan beklediği aslında sadece o güveneceği liman olmasıydı. Başını dayadığında omzuna saçının okşanmasıydı; huzurun adresiydi onun için aşk da sevgi de. Birbirine yetebilmekti; bir olabilmekti iki kişinin birbirine olan bakışmaları. Aradığımı buldum sanırım diye geçirdi Elisa içinden. Artık suskun ve mütevazi olanın içinde saklıydı aradıkları onun için. Ya da o öyle sanıyordu. Bunu zaman geçtikçe kendisi daha iyi anlayacaktı. 

Paul, Detroit'te ailesiyle birlikte yaşamaktaydı. Küçük ve kendi halindeki hayatlarının içinde kim bilir ne fırtınalar kopmuş, ne zorlukları göğüslemek zorunda kalmışlardı. Elisa açtığı bilgisayar ekranında internetten Paul'e ait fotoğraflara baktığında eksik olan bir parçayı çoktan farketmişti. Hayatında değer verdiği dostlarıyla, arkadaşlarıyla ve kardeşleriyle çekilmiş fotoğrafları varken bir tek kişiye ait hiçbir kare görememişti. Babası... Acaba dedi içinden neden yoktu? Ne olmuştu? Puslu bakışlarının altında gizlediklerinden biri de o muydu? Elisa birlikte geçirdikleri zaman içinde bu konuda hiçbir şey sormadı Paul'e; soramadı. Çünkü sormaması gerektiğini hissediyordu. Paul ile yaptıkları ilk sabah kahvaltısında bile Elisa ona kardeşlerini sorarken, anne ve babasına dair tek bir soru yöneltmemişti. Çünkü zaten istese Paul ona hayatını, geçmişini anlatırdı. Anlatmıyorsa hazır olduğu zamanı beklemek en iyisiydi.

Elisa ve Paul'ün yolları aynı sitenin içinde kesişmişti. Blokları yan yanaydı. Hatta her sabah aynı cafede kahvelerini yudumladıklarını neden sonra farkettiler. Ama Paul'ün Elisa'yı ilk gördüğü yer yine gittikleri aynı fitness salonunda olmuştu. Yazın gittikçe yaklaşması Elisa'yı endişelendirmişti. Adeta bütün bir kışın ağırlığı üzerine yapışmış gibi hissediyordu. Sanki biraz toparlanmaya ihtiyacım var diye içinden geçirdiği bu cümle ile Elisa kendini durduramamış ve hemen soluğu spor salonunda almıştı. Paul zaten düzenli olarak spor yapan biriydi. Hemen her gün salonda olduğundan içeri ilk kez adım atan Elisa'yı gördüğünde bu yabancının kim olduğunu merak etti. Çünkü Elisa hemen her girdiği ortama ışıltısını yayan biriydi. Onun ruhundaki güzellikler ve pozitif enerjisi etrafını adeta aydınlatırdı. 

Elisa çok geçmeden kendisine yardımcı olan eğitmeniyle hemen bir çalışma programı oluşturdu. Ardından da sırayla egzersizlerine başlamış oldu. Etrafında ne olup ne bittiğinin farkında bile değildi Elisa. Oysa Paul, daha ilk görüşünde Elisa'dan hoşlanmıştı. Kendini o gün hiç göstermedi Paul Elisa'ya. Ta ki Elisa'yla ikinci kez spor salonunda karşılaşıncaya kadar...



(Devam edecek...)


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de