Ana içeriğe atla

Kaybolan Zamanın İçindeki BEDEN

Zamanın bir yerinde sıkışıp kalmışım. Ruhum sanki ne bu bedene, ne  de başka bir bedene ait. Yok olmuş bir ruh, tanınmayan bir yüz, Sabırsız bir kalp var sadece yanımda olan. Peki ben kimim? 

Uyanıyorum... Karanlığın tam ortasında uyanıyorum aniden. Doğrulduğum alanın içinde her yer karanlık. Bulmaya çalışıyorum kendimi. Ya da yakınımda tutunabileceğim bir dalı. Ellerim arıyor, sağa sola boşlukta koşturuyorum. Ruhum arıyor. Bulmaya çalışıyor ruhum, bu kimsesizliği. Nedenleriyle , sorularıyla, anlamsızlığıyla, çaresizliğiyle dindirmeye çalışıyor korkularını. Sanki tek başıma bırakılmışım. Benim hiç kimsem yokmuş gibi...


Takip mi ediliyorum yoksa. Bir yerlerden üzerime her an saldıracak eller var. Karanlık güçlerin esiri olmamı istiyorlar. Hayır!.. Olmak istemiyorum ben... Aydınlığa çıkmayı istiyorum, güneşi görmek istiyorum. Hislerime güvenip, yürüyorum o karanlık güçlerin üstüne doğru. Elimdeki kılıcı kullanmak üzere yürüyorum boşlukta. Nerdesiniz? Kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden? "Bana ulaşamayacaksınız" diye bağırmak istiyorum adeta onlara. "Savunmasız sandınız beni, ama değilim" diye kükremek istiyorum yüzlerine karşı. Görmeyebilirim onları, ama hiçbir şey daha bitmedi. Benim savaşım henüz başlıyor. Size bu meydanda yer yok. 

Yooo... Bunu ben istemedim. Beni suçlayamazsınız. Benim tercihim değildi burada olmak. Hayır, ben kimseye kötülük yapmadım. İçimdeki şeytanla savaştım ben hep. Ona yenilmiş olamam. Onun beni kendi hakimiyetine almış olmasına izin veremem. Beni bu boğuşmadan öylece sorumlu tutamazsınız. 

Varım ben, yeniden dirilmeye. Yeniden doğuşa varım ben. Tüm gücümü bu yolda harcamaya hazırlamalıyım. Yürüyün, ileri! Düşmanlarım her yanımı sarmış olsalarda, bu karanlık ile başa çıkacağım. Ben buradayım. Ben varım!.. Defolun etrafımdan. Gidin diyorum size. Boğazımı sıkmayın. Nefesimi kesmeye çalışmayın. Başaramayacaksınız! Emelinize ulaşamayacaksınız. Daha ölmedim ben. 

Geliyorum, tekrar geliyorum. Yeniden dirilmeye, yeniden doğmaya geliyorum. Kaybolduğum karanlıktan çıkmaya geliyorum. Tırmanıyorum, daha da yukarıya tırmanıyorum. O taşlarda tırnaklarım, parmaklarım parçalansa da çıkacağım en tepeye.

O da ne? Bir anda bir ışık beliriyor karanlığın tam ortasında. Biraz uzakta ama olsun. Çok güzel, çok parlak, çok aydınlık. İçimi ısıtan bir sıcaklığı var. Sanki güzel bir şarkının melodisi gibi. Adeta beni kendisine doğru çekiyor. Hadi beni al götür buralardan, al beni kurtar buralardan diye ona doğru gidiyorum. Yavaş yavaş ilerliyorum bu berrak pırıltıya. Ne güzelsin sen ya! Neredeydin bunca zaman. Hadi tut elimi, tut ve bırakma. Seni çok aradım ben bunca zaman. Gel diyorum; ama o her ilerlemem de sanki biraz daha geriye doğru gidiyor. Işık yavaş yavaş küçülüyor. Dur, yok olma sakın!.. Sana ihtiyacım var, sana tutunmam gerek. Seninle ruhumun aydınlanması gerek. Şu karanlık yüzümden, şu bulanıklıktan kurtulmam gerek. Dur, lütfen!


Bekle beni ne olur! Yardımcı ol bana da. Sonsuz mutluluğa ve yemyeşil cennet dünyaya kavuşmama yardımcı ol. Yaşamak istiyorum. Karanlık suların dibinde boğulmak istemiyorum. Suyun yüzeyine doğru çıkmak istiyorum. Temizlenmiş bedenimle sana ulaşmak istiyorum. Kurtar beni lütfen!.. Al beni de buradan. İzinden geleyim senin. Neden tersi olsun ki... Bu kez varım ben. Bu kez her şeyi düzeltmek için varım burada. Pes etmeyeceğim, söz! Başaracağım..

Dünya çok güzel. Çiçekler çok güzel... Hepsi mis gibi kokuyor; hele şu havadaki kuşlar nasıl uçuşuyor. Bana da çiçeklerden bir taç yapıp, benim başıma takarlar mı? Benim de cennetin topraklarında yerimi hazırlarlar mı? Evet, ben istiyorum bu kez. Mutluluğa erişmeyi istiyorum. Tamam oluyor bak! İşte bu... Sonsuz mutluluk, sonsuz huzur. Az kaldı geliyorum. Az kaldı son basamağı da tırmanmam kaldı. İşte bu! Tanrım, ne kadar güzel her yer. Tanrım, ne kadar büyüleyici bu gördüklerim. Şükürler olsun sana! Şükürler olsun! Kurtuldum, kurtuldum, kurtuldum... 

Bir daha beni kimse o karanlığa gömemez. Kimse beni oraya geri gönderemez. Dünya işte burada artık!


BURCU ÖZDER




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de