Ana içeriğe atla

Boşluklar İçinde Varolma Savaşı Bunun Adı

Hoooppp!... Şu an olduğun yerde öylece DUR! Az sonra kuracağın cümlelerin birer terazi de tartılıp tartılmadığına bir bak. Etrafında belli belirsiz şekiller görüyor musun? Ya da gaipten sesler mi duyuyorsun söyle bana. Birileri seni takip ediyormuş gibi duygulara kapılıyor musun? Aklından neler geçiyor şu an? Anlat bana... Tek tek aklındakileri anlat bana.

Boşluklar oluşur kimi zaman etrafımızda biz farkında olmadan. Gözler kamaşır aniden beliren ışık süzmeleri çıkıp, etrafımızı sarmaladığında. Görmezken daha çok göremez oluruz bulunduğumuz noktayı. Aldığımız nefesin hesabını verir oluruz bir bakmışız aniden. Yoklukta varolmanın savaşını yaşayan toplumlar oluruz biz farkında olmadan. Kaybedecek bedellerin hesabını yapamaz hale geliriz; aslında kaybedecek daha çok onlarca kıymetlimiz varken. Biz sadece elimizdekini biliriz. Ya da bildiğimiz kadarını elimizde tutmasını öğreniriz yaşarken. Sebepsizlikler içinde neler ararız sıkıntılı beyinler olarak. Bazen beyinsiz olmayı tercih edersiniz. Tabi farkındalıklar zinciri içinde...

Kaybolmuşluklar mevcut her bir bedenin içinde. Kalanlar gidenlerin sadece bir parçasını söker içinden. Ama gidenler aslında her şeyi alır da gider... Ve siz anlamazsınız nelerin sizden gittiğini o sürecin içinde. Bir bakmışınız ki kimsesiz,varlıksız, niteliksiz kalmışız öylece sap gibi ortada. Peki kimdir bu gidenler? Gitmek kazanmak ise eğer neden hep giderler? Kazandıkları yetmez mi onlara aslında? Ya da doyumsuz mudur yürekleri gerçekte? Anlayabilir miyiz gerçekte onları sizce biz de? 

Yokluklar hep vardır hayatın tam merkezinde. Ve hayat bize hep merkezden dalgalar yayarak ulaşır aslında bulunduğu noktadan. Hadi yayıl o dalgaların melodisi eşliğinde etrafa. Savur rüzgarını her bir köşeye ulaşmak istercesine. Vurduğun ya da değdiğin her noktanın sana feedback'ini al. Etkileri neler olacak yanıbaşında duran hayaletine. Senin hayali varlığına... 

Hadi! Başla o zaman saymaya! Zaman akıyor çünkü şu anda.


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de