Ana içeriğe atla

Yaşamak Hakkımız, Yaşasın Yaşam Haklarımız!

Dünya üzerinde bunca asırdır tek bir hakim kesimin bulunduğu düşünülür; onlar da erkekler. Onların sözü her şeyin üstündedir. "Erkekler ne derse, o olur" mantığı belleklere yerleşmiştir. Evin reisi onlardır; şirketlerde patronlar sadece onlardır. Hatta yolda yürürken veya otobüse binerken bile artık biz bayanlar onlara öncelikli yer verir olduk. Kısacası bu dünya sadece görüntü de erkekler için dönüyor. Dönüyor mu peki? Hayır, hayır, hayır... Çünkü hepimizin yeryüzünde yaşamaya hakkı var.

Yörüngesinde dönmekte olan dünya için yaratılan birçok canlı var. Bitkiler, hayvanlar, insanlar... İnsanlar da kadın ve erkek olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ama ne var ki sanki bu yaşamın her şeye sahip tek varlığı insan ve insanların içinde de yalnızca erkekler varmış gibi hareket ediliyor. Aslında biraz da sanırım bu durumu biz bayanlar yaratmaktayız. Fazlasıyla verilen değerler yüzünden onları yaşamda kralımız ilan etmiş görünmekteyiz. Belki yüzyıllar öncesinde bu düzen böyle olabilirdi. Ama biraz da bunu kendimize olan güvenimizin yetersiz olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. 

Kadın eşinin yanında çok fazla konuşamaz. Öyle her lafa atlayamaz; düşüncelerini bir ortamda aktaramaz. Kadına susmak yakışır. Edebiyle bir köşeye kıvrılıp, oturmak yakışır. Yok öyle bir şey. Kadın düşüncelerini dile getirebilen ve hatta çoğu kez beylerden de çok akıllı bir varlıktır. Ama erkekler bu anlamda sanırız ki fazla korkak olduklarından, daha doğrusu onların birçok savlarını kadınlar çürütebileceklerinden bizi çoğu kez evde, işte, sokakta, kafede, bildiğiniz her ortamda, her noktada susturmaya çalışıyorlar. Hayır, biz susmayacağız. Yaşamak her canlının hakkıysa, yaşasın yaşam haklarımız! diye bağırmaktayız size. 

Ve emin olun ki dünya bir gün karanlığa bürünecekse bile son sözü söyleyen sırf bu yüzden kadınlar olacak. Bundan hiç kuşkunuz olmasın! Yaşam haklarımızı sonsuza kadar kullanacağız; hatta son saniyeye kadar!...


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de