Ana içeriğe atla

Büyüyünce Ne Olacaksın?

Çocukluk... O bayramların en güzel geçtiği, şekerlerin toplandığı, mendillerin verildiği, hatta bayramlıkların bir hafta, bir gün öncesinden alındığı ve o kıyafetleri bir an önce giyebilmenin neşesi içinde uyanılan sabahların yaşandığı yıllar... 

Bu bayram ziyaretlerinde özellikle bir kenarda diğer çocuklarla oynayan bize, bir an için dönülüp sorulan klasik sorular. Büyüyünce ne olacaksın Ayşe, Veli, Naime, vs..? İsmimizin ne olduğunu farketmeden her çocuğun bolca karşılaştığı bir soru cümlesi bizi bulur. O an eğer çevrenizde dikkatinizi çeken birileri varsa ve o birilerinin ilgilendiği uğraş, sizin ilgi alanınıza giriyorsa  ve ben de büyüyünce onun gibi piyano çalacağım; film çekeceğim ya da doktor olacağım diye düşünüyorsanız; işte o sorulan sorulara verilecek cevap, bu dikkatinizi çekenlerden biri olacaktır elbette ki . 

Bir insan düşünün şimdi. Çello çalan bir yaşlı müzisyen. Yılların yaşanmışlığı yüzüne gölge gibi düşmüş. Belki de o da seneler önceki çocukluğunda, ne olacağım sorusunun cevabını şimdi etrafındaki nice güzel çocuğa bakarak tekrar ve tekrar tazelemekte. Karşısındaki kaldırımda yürümekte olan bir küçük kız. O kadar güzel, o kadar tatlı ki. Al al yanaklarıyla tebessümler dağıtmakta kendisine bakanlara, etrafında olanlara. Sonra bir an müziğin geldi yöne çevirip kafasını, büyülenmişcesine bu amcanın yanına koşmakta. Karşısında durup, dakikalarca onu dinleyip, bi yandan da küçük küçük olduğu yerde dans etmekte. O amca ise bu minikten aldığı enerjiyle daha bir mutlu çalmakta. Sonuç mu? Küçük kız ilerde büyük bir çello ustası olacaktır. Onun bu başarısında, bir bayram günü karşılaştığı amcanın etkisi de büyük olacaktır. Çünkü o gün, o amca ona sormuştur; "büyüyünce ne olacaksın?" diye. Kız da cevap vermiştir; "sen gibi biri olacağım"

Şimdi size soruyorum sevgili okurlarım. Size küçükken yöneltilen bu soruya  ne cevap verdiniz ve şu an ne yapmaktasınız? Lütfen bu yazıyı okuyan tüm okurlarım yanıtlarını benimle paylaşsın!... Büyüyünce ne olacaksın?


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...