Ana içeriğe atla

Bomboş dünyada bir tek sen!...


Hayatta hiçbir şeyinizin olmadığını düşünün. Eliniz bomboş ve etrafınızda tek bir parça eşya bile yok. Bırakın eşyayı bir kenara, bir anda çevrenizdeki tüm insanların yok olduğunu düşünün. Tek başınıza yol almak zorunuzda olduğunuzu farkedin. Siz artık bir hiç olmaktan başka ne işe yaramaktasınız? Anlamın yok, sözcüklerin yok, düşüncelerin yok. Bir saniye, bir saniye hayır, düşüncelerin var; ama değeri yok. Çünkü onları aktarabileceğin birileri yok yeryüzünde. Dünyada tek başına kaldığını hayal et! Ne yapardın?


Kurgulaması bile facia olan bir gerçek aslında bu. Yaşarken nasıl yaşadığımızı ve nerelere gidip, kimlerle konuşacağımızın planlarını yaparız sürekli olarak. Koşturmacaların yumağında çoğu kez kendimizi kaybederiz. Hep bir program vardır; ve siz ona uymak zorundasınızdır aslında. Gerçekte böyle bir zorunluluğunuz olmamasıyla birlikte siz kendinizi bir takım yoğunluklara gebe hissedersiniz. Ya gideceksinizdir; ya da kalacaksınızdır. Ve her defasında siz gitmeyi tercih edersiniz. Ne var ki gittiğiniz yollar bitmek bilmez bir türlü.

Yanıbaşınızda hep birileri varolmaktadır. Yalnız değilsinizdir; tabi bu dışardan görünen yüzü. İç dünyanıza girilse kimsesiz olduğunuzu farkederler. Gerçek şu ki, aslında herkes kimsesizdir. Çünkü bugün anneniz ve babanız yanınızda olabilir; ama yarın olacaklarının garantisi yoktur. Arkadaşlarınız yanınızda olabilir; ancak 1 saat sonra hepsi sizi terkedebilirler. İşte o zaman ne yapacaksınız? Elinizden ne gelebilir tekrar eski düzeni yerine getirmek için? Sanırım hiçbir şey. Ne yaparsan yap, eskisi gibi olmayacaktır. Ya da bırakın tüm bunları birden bire dünyanın sonunun geldiğini farz edin. İşte o an, yeryüzünün dağıldığı o an, bir tek yaşayan canlının siz olduğunu düşünün. Bundan sonrasında ne yapacaksınız? 

Korkunç bir görüntü ve akıl almaz bir hayal gücünüz ile darmaduman olduğunuzu şu anda hissedebiliyorum. Çünkü bunu gerçekten düşündüğünüzde tüyleriniz diken diken oluyor. Gerçekten ne yapacağınızın cümlesi yok. Cevabı verilemeyecek kadar zor bir gerçek. Ama korkmayın, böyle bir olasılık da yok. Kıyamet geldiği gün herkes yok olacak. En azından bize kitaplarda hep söylenen bu değil mi? 

Burada önemli olan ve benim size anlatmak istediğim hayatta hiçbir şeyin garantisinin olmadığı. O yüzden yarın dünyanın sonuymuş gibi bakın yaşama ve etrafınızdaki insanlara. Çünkü bir gün hiçbiri sizinle olmayacak. Bir tek yaşam ve sen birarada olacaksınız. İşte hepsi bu!


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de