Ana içeriğe atla

Bir kadın + Bir kadın = Dedikodu

Gülmek mi istiyorsunuz? O halde iki kadını kulak kulağa vermiş, birbirlerine fısıldarken hayal edin. Hatta öyle ki, onların o fısır fısır konuşurken ki hallerini çok iyi inceleyin. Çünkü kaşları ayrı, gözleri ayrı oynamakta. Yüzlerindeki her mimik şekilden şekle girmektedir. Peki niye mi? Çünkü şu an dedikodu yapmaktalar...

Neden biz kadınlar hep böyleyiz diye zaman zaman merak ediyorum. Çoğu zaman içimizde engelleyemediğimiz bir dedikodu kazanı sürekli ama sürekli kaynamakta. Elimizden bir şey gelmiyor sanki. Kimi zaman, hatta en basiti az önce annemin yanıma gelip de telefon konuşmama, "ne bu dedikodu böyle ya!" demesi bile bir örnek adeta. Ne yapalım? Biz kadınlar bu duygumuzu engelleyemiyoruz. He bu arada, sanmayın aslında dedikoduyu yapan sadece bayanlar. Son dönemin yeni icadı, artık erkeklerin de dedikodu yapabiliyor olması. İnanmıyor musunuz? O zaman lütfen bir kez daha gözlerinizi dikkatli olarak açın ve çevrenize öyle bakın. Özellikle şirketlerin yegane unsuru; Dedikodu!

Aman bırakın erkekleri şimdi, biz kadınlara tekrar geri dönelim. Mesela güne gidilir. Saatlerce bir sürü kadın yapılan çay servislerinde yer de yer, yetmez; ağzı doluyken bile bıdı bıdı bir şeyler söyler hemen yakınındakine. Belki karşısında oturan kişinin eteğini, çorabını çekiştiryordur; belki de saçının modelini. Bilinmez ki! Sonuçta hiç ummadığınız bir noktadan bile sizi çekiştiriyor olabilirler. Eğer çekiştiriliyorsanız; size bunu anlamanın hemen püf noktasını söylüyorum. Bir kadın + Bir kadın yanyana geliyorsa eşitlik Dedikodu demek. Ve hele ki gözler kaçamak kaçamak size kayıp gidiyorsa, işte işaret noktası sizsiniz. Hadi, hayırlı uğurlu olsun! Çünkü şu anda dedikodunuz yapılıyor demektir. Ama benim çekiştirilecek neyim var diye merak içindeyseniz. O zaman en iyisi bunu gidin bizzat kendilerine sorun. Umarım kavgaya sebep olmayız ,tabi ki bu durumda (gülüyorum).

Ya kusura bakmayın lütfen, tutamıyorum kendimi. Şu halimize gerçekten gülüyorum. Nedendir bilinmez; Tanrı bize bu kutsal görevi vermiş. Eğer iki kadın yanyana gelir de dedikodu yapmazsa çarpılırmış mazallah! Aman aman siz hiç gelin günah işlemeyin; o yüzden hemen yakınınızdaki bir bayanla acilen konuşmaya başlayın. 

Kadınlar mı? Dedikodu mu? Kim demiş onu? Asla!... Kim demişse yalanı onun boynuna... 

"Bir kadın + bir kadın = Dedikodu"  denklemi boşuna çözülmemiş olsa gerek, değil mi? 


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de