Ana içeriğe atla

Evlenilecek Kız Modelleri

Farklı bir şey... Bugün farklı bir şey yapacağım. Bir galeriye gideceğim ve içini gezeceğim. Tek tek, tek tek inceleyeceğim. Acaba iyi mi? Elinden her iş gelir mi? Kabiliyetli mi? Güzel mi? Bakımlı mı? gibi gibi bir sürü sorgu sualle karşılaşacağınız ve elbette ki karşınızdaki anne adayının da beğenisini kazanacak olan o arayışın içindeki aranılan insansınız. Kim misiniz peki siz? Hemen söylüyorum. Evlenilecek kız modeli!


Şaka gibi değil mi? Ben bunu birazcık da araba alım-satımı yapan galerilere benzettim. Hani sıraya dizilmiştir tüm arabalar. Ve siz gidip sizin için en iyi olanı seçersiniz. Ne var ki özellikle geçmiş dönemlerde görücü usulü evlilikler yaygındı. Erkek anneleri her gittikleri ortamda kendilerine uygun gelin adayları ararlardı. Hatta şöyle ki; sevgili babaannemi örnek verecek olursam, tam bu bahsettiğim konunun kahramanıydı. Babam benim emekli deniz astsubayı. Gençlik yıllarında görevine ilk başladığında Gölcük' de görevliymiş. Her haftasonu İstanbul'a evine ailesinin yanına gelirmiş. Ve her geldiğinde de rahmetli babaannem babam için tüm hafta bakmış olduğu gelin adaylarının fotoğraflarını tek tek önüne serermiş. Seç, beğen, al! Babam elinin tersiyle itermiş bu nedir böyle ya. Anne bırak bunu yapmayı lütfen diye. Ama babaannem çok inatçıymış. Bu önemli görevini hiç bırakır mı? Veee çokk sevgili, benim hayatımın kahramanı olan Anneannem ile aynı apartman komşuymuşlar. Babaannem giriş katında, Anneannnemlerde en üst katta otururmuş. Sürekli de birbirlerine git gel yaparlarmış. Çünkü her ikisinin de maşallah çenesi çok kuvvetliymiş. Tabi bu durumda Şekil- A örnek olarak benim de çok konuşkan bir yapım var. Ama şunu hemen eklemeliyim; boşa konuşmaktan nefret ederim. Neyse konumuza dönelim. Bir gün anneannecim teyze kızını önermiş babaanneme. Demiş ki " Ya Saime Hanım, acaba bizim şu kızı mı yapsak Yalçın'a? ", hemen babaannemde olur deyip, akşama babama gelince söylemeyi planlamış. Babam akşam eve gelmiş; günlerden bir haftasonu olduğundan ve İstanbul'a geldiğinden ve hatta arkadaşlarıyla da birkaç kadeh birşeyler içip geldiğinden kafası hafif güzel halde eve girmesiyle babaannem olayı patlatmış hemen. Babamda en sonunda annesinin tüm bu girişimlerinden bunalmış olacak ki ağzından o an, "Şükran hanım, teyze kızını yapacağına kendi kızıyla evleneyim o halde" demiş. İşte tüm hikaye buradan sonra başlıyor. Çünkü sabah 07:00 ve babaannem annemlerin kapısında bitiyor. Anneannem uyku mahmurluğuyla kapıyı açıyor. Babaannem içeriye dalıyor ve hemen konuya giriyor; "Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle Aydan'ı oğlum Yalçın'a istiyorum" der. Bu arada annem odasında tüm bu konuşmaların ilk başında "Ah kesin beni istemeye geldiler bu sefer" diye düşünüyor ve düşündüğünde de haklı çıkıyor. Sonuç, babaannemin kız arayışları neticesinde güzel bir evlilik ve harika iki çocuk dünyaya geldi. 

Ama artık çağ değişti. Dönem; milenyum çağı. Bu yüzden biz bayanlara lütfen bir modelmişiz gibi bakıp inceleme yapmayın. Çünkü belki eskiden bizi rencide etmezmiş, ama günümüz zamanında biz bayanlar olarak bu tip durumlarla karşılaştığımız da böyle hissediyoruz. Sanki araba galerisindeki bir model gibi. Evlenilecek kadın modeli dönemi son buldu artık. 

Bu arada bu yazımı rahmetli bitanecik Anneannem ve Babaanneme ithaf ediyorum. 

BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...