Ana içeriğe atla

YILIN İLK GÜNÜNDEN MERHABA!

Yılın ilk günü... Hava ayrı mı bir güzel? İnsanlar ayrı mı bir mutlu? Yoksa herşeyi biz mi öyleymiş gibi tasarlıyoruz? 

Açık söylemek gerekirse çok sakin, ama bir o kadar da huzurlu bir yılbaşı akşamı geçirdim. Sevdiğim dostlarım yanımda, gece 12'den önce tombala, geceyarısından sonra da tabu ile akşamı tamamladık. Geri sayım sırasında birçok yer aslında yeni yılın ilk dakikalarını yaşamaya başlamıştı; ve sıra bize gelmişti. İşte herkes gibi biz de sıramızı salmak için bekliyorduk. Son 9,8,7.....2,1... Veeee işteeee Yepyeni bir yıl! HOŞGELDİN 2011! 

Mutluydum. En azından kuru gürültülerden uzak, itiş kakıştan uzak, alkol duvarını aşmış insanlardan arınmış bir ortamdaydım. Şarabımızı da içtik keyifle, çerezlerimizi de yedik sohbetle, gırgır şamata gülücüklerle. Televizyonda önceden çekilmiş olan programların bir yandan sesi, diğer yandan bilgisayardan çalan latin müzikleri, hepsi birbirine karışıyordu tek bizim ortamda. Sonra günün ve hatta haftanın tüm yorgunluğu ile saatler 02:00' i vurduğunda yorgun düşen bizler... Keşke şu yılbaşıları haftaiçi bir güne hiç denk gelmese diyoruz. Çünkü ne enerjiniz kalıyor kutlama yapmaya, ne de uykunuz. Devriliveriyorsunuz bir saatten sonra... Ama ben huzurluydum. Narımı da kırdım bereket için, güzel bir yıl için. Umarım herkes için de aynı güzellikler olur. 

Ne yalan söleyeyim bu sakinliği sevdim. Huzur ve mutluluk aslında en çok aradığımız ve de bulmakta zorlandığımız bir duygu. Özlemini çektiğimiz güzellikler bunlar.

Sabahına erkeden uyanıp, Kalamış'ta yapılan kahvaltı keyfi... Sonrasında gerçekleştirdiğimiz tertemiz havadaki yürüyüşler! Hepsi ayrı bir mutluluk veriyordu insana. İçimden şunu dedim; "Umarım herkes aynı hissediyordur". Çünkü 2010 sizi ne kadar yordu bilemem; ama her geçen yıl biz farketmesek de ömrümüzden bir şeyleri çekip götürüyor. O yüzden 2011'in hepimize iyi gelmesini istiyorum. 

Yeni yazılar ve konularla yarın görüşmek dileğiyle sevgili okurlarım! İyi haftalar herkese şimdiden! :)


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de