Ana içeriğe atla

"Fatmagül'ün Suçu Ne?" ve Bu Haftanın Kritiği!


Flaş.. Flaş.. Flaş... Sonunda Fatmagül Ketenci hayattaki ilk roundunu kazandı. Aylardır her perşembe akşamı Kanal D ekranlarında yayınlanmakta olan ve iyiden iyiye müdaimi olduğumuz televizyon dizisi "Fatmagül'ün Suçu Ne?" bu hafta hepimizde son sahnesiyle "sonunda ya!" dedirten bir şaşkınlıkla heyecan etkisi yarattı. Peki ne mi oldu? İşte bu haftanın kritiği...

Fatmagül yaşadığı tecavüz sonrası hem zorla evlendirilmiş, hem de yıllardır doğup büyüdüğü kasabasından ayrılmak durumunda kalmıştı. İstanbul'a gelmesi aslında çok da bir çözüme ulaşmasında yol almamıştı. Çünkü aslında hayat bundan sonra daha da zordu. Kocaman büyük bir şehir... Yüzlerce tehlikeli insan... Üstüne üstlük felaket tellalı bir yenge ve tecavüzcülerinden biri hemen yanıbaşındaydı. Sonunda tüm bu yükün altından kalkamayacağını düşünerek çareyi kaçmakta bulmuştu. Ancak bu da onun için sonun başlangıcı dediğimiz bir tercihden öte değildi. Nedeni ise Fatmagülün peşinden kalkıp İstanbul'a kadar gelen Mustafa'nın tanıştığı hayat kadını Asude'nin, Fatmagül'ün izini bulması ve Fatmagül ile Kerim'in hayatına kadar sızması olmuştu... Bizim saf kızımız da tüm bunlardan habersiz kaçtığı gün, sığınak olarak kendisine Asude'nin evini seçmişti. Sonrasında gelişen olaylar neticesinde daha fazla dayanamayan Fatmagül verdiği bir kararla kürkçü dükkanına geri döndü; ancak bambaşka bir Fatmagül olarak. Sonuçta da hikayemiz bu hafta tüm bu gelişmelerden sonra başladı. 

Fatmagül artık sesini çıkaran bir kadın olmanın sinyallerini yakmaya başladı. Sessiz sedasız, ezik hallerinden sıyrılmış, ayakları üstünde durmaya çalışacak ve kendi düşüncelerini rahatlıkla artık dile getirecekti. Ama bu haftaki bölümün sonuna doğru ilerlemeye başlanılan dakikalarda hepimiz Fatmagül'cü olarak hissetmiş olacağız ki ona destek vermeye başladık. Nasıl mı? "Yürü Fatmagül, hadi. Söyle Fatmagül, duysun Meltem" diyen seslenmeler ve istekler hemen hemen birçok evin çatılarından, penceresinden çıkıyordu. Ve işte o beklenen an, Fatmagül aradığı 118... sistemi ile Meltem'in cep telefonuna ulaştı. Ardından da Meltem'in Selim'e doğru büyük bir mutlulukla adımlarını attığı koridorda gelen telefon ile durup, büyüyen göz bebekleriyle "Sakın onunla evlenme. Gerçeği mi bilmek istiyordun. İşte sana gerçek." diyen cümleler ile dizi bölüm finalini yaptı. Hepimiz nutkumuzu tuttuk ve Fatmagül'ün o gözlerindeki kararlılığını gördük. Beren Saat'in güzel oyunculuğu ile iliklerimize kadar işlenen o anın duygusu, gerçekten belki de aylardır "yeter ama artık ya" diyen isyanlarımıza bir nebze de olsa su serpmişti. Sonunda onun da tehlikeli olacağını görebilmiştik. Ağlak kadın imajından bir yerde sıyrılmıştı. 

Durup düşündüğümüz de hangimiz başımıza böyle bir olay gelse ne yapardık diye içimizden geçirdiğimiz o ilk an, eminim ürkmüşüzdür. Bir kadın için en acı ve en çirkin yaşanılası durum çünkü. Hatta eminim "Fatmagül'ün Suçu Ne?" dizisi başladığında birçok kadın dışarıda yürürken etrafındaki birçok abuk abuk kendisine bakan kişileri, hatta kalabalık arkadaş gruplarını kendisine tehlike saymıştır. Aklımızda ilk bölümdeki Fatmagül'ün acı dolu sesi ve bakışı kalmıştır. 

Kadın olarak ezik kişilikler değil; kararlı ve de güçlü kimlikler yaratmamız gerekiyor. Bu dünya kimsenin himayesinde değil. Herkesin ortak paydada yaşaması gereken bir toprak parçası burası. Ya kardeşçe yaşamayı öğreneceğiz ya da öğreneceğiz. İki kere ikinin dört etmesi kadar kesin bir yargı bu. 

Dramatik kurguda karşımıza çıkan bu hikaye aslında bizlere birer hayat dersi. Nice kadınlarımız var ki bu gibi durumlarla karşılaşmamış olsun. En ağır yüktür omuzlarında. Yıllarca ağırlığını atamaz yüreğinden. Belki de bazen onları anlayabilmek gerek. Özellikle bu lafım beyleredir. Ne de olsa sebebi de sonucu da kendilerinindir. 

Bu yüzden Fatmagül'ün bu haftaki hikayesini ve de artık değişime başlama sürecini çok sevdim. Umarım bundan sonraki haftalarda da aynı kararlılığını onda görürüz. Ve umarım diğer tüm kadınlarımıza da örnek olur. 

"Kadın dediğin yürekli olmalı. Konuştuğunda sözü sayılmalı; sustuğunda dili anlaşılmalı."

BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke...

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden ...

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi! Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek de...