Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kadın Gülümsemektir!

Bir kadına her şey yakışır... Bazen kızmak, bazen ağlamak, bazen durgun olmak ve bazen de küsmek... Ama en çok kadına yakışan gülümsemek. Hayata karşı mı dersiniz, insanlara karşı mı dersiniz yoksa dünyaya karşı mı dersiniz bilemem; ama bir kadına gülümsemek şu kainatın yakıştığı en güzel ifade biçimidir. Kısacası kadın gülümsemektir!... Zor olanı başarmak ise içiniz kan ağladığı anlarda bile yüzünüze kondurduğunuz küçük tebessümlerdir sizi renkli kılan. Kimi zaman göstermek istemediğiniz sorunlarınızla boğuşurken, sırf dışarıya dimdik görünmek ve "ben iyiyim" sinyallerini vermek için bile minik minik tebessümleri kullanabiliyorsunuz. Lakin içten ve doğal, gelişi güzel gerçekleşen kahkalar, şen şakrak muhabbetlerin  ne kadar keyifli olduğunun göstegesi olarak da yerini alabiliyor çoğu zaman.  Hangi dilden, hangi ırktan ya da hangi yaştan olduğunuzun hiç önemi yoktur. Çünkü kadın kim olursa olsun, bulunduğu her yerde gülümseyişiyle etrafına neşe saçmaktadır. Kadın gülümsedi

Burası Hodri Meydan!

Kelimesini bilmediğin zor cümleler seçiliyor... Etrafında olan biten, yazılan çizilen, söylenen ya da söylenmeyen onlarca cümlenin içinde kaybolmuş bir bedenin parçası gibi savruluyor ruhun oradan oraya. Mesela saat kaç? Şu an kimlerle birliktesin? Bugün ne yaptın kendin için? Peki ya yarın ne yapmayı beklemektesin? Beklemeler... Beklemeler... Beklemeler... Daha ne kadar sürecek bu bilinmezlikler? Sabır küpü olmak gerek sanırım hayatta ya da hayata isyan etmek gerek vakti saati gelince, hiç durmaksızın bir anda. Ben isyanı seçenlerdenim! Ya sen? Bunun neresindesin? Katılırsın ya da katılmazsın yukarıdaki her bir cümleye... Belki karşıttır görüşlerin benimkilerden. Olmasını beklemek saçmalık, hareket lazım diyen bakışlar vardır belki sana doğrulmuş olan. Canı sıkılan beyinler vardır; söz vakti geldiğinde konuşmak istemezler asla. Zorlasan da konuşmazlar... O yüzden boşuna zorlama. Sana yazık çünkü.  Susmak erdemliktir diyenler... Nereye kadar susar çeneler? Nereye kadar susmak bir ya

Tüm Öğretmenlerime Gelsin Bu Yazım...

Öğretmenler... En küçük çağlarda hayatımıza sızan ve bize hayatı farklı yönlerden tanıtan, gösteren, öğreten insanlar. Anne ve babamızdan sonra gelen en saygı duyduğumuz ve belki de hiçbir zaman unutamadığımız kişiler. Biz öğretmenlerimiz sayesinde ta ilkokul yıllarından itibaren koşarken, okumayı sökerken, beslenme çantalarımızdaki yiyeceklerimizi masanın üzerine nasıl kuracağımızı öğrenirken hep yanımızda olanlar onlar.  Elimizden tutan, bir yuva sıcaklığını bize hissettiren en değerliler... Hepsi iyi ki varlar! Ben ilkokul hocamı hiç unutmadım. Hayatımın hep önemli bir yerinde durmasını istedim. Ne onunla olan bağım koptu; ne de ona olan sevgim saygım köreldi. Beni ben yapan kriterlerin belirlenmesindeki payının ne kadar büyük olduğunu bildiğim sevgili Gülseren Öğretmenime öncelikle sevgi ve saygılarımı bir kez daha sunuyorum. Onun gönlündeki o yumuşaklık, o eğitmenlik duygusu, o çocuklara olan sevgi ve anlayış hissi benim ne yaramaz afacan hallerimi çekti bir bilseniz. Okulun kaza

Arzu Kaç Kişiliktir?

(NOT: Bu yazıyı, aşağıdaki youtube'dan yüklenen müzik parçasıyla okumanızı özellikle öneririm) Beden... Çoğu zaman akıldan bağımsız yaşayan bir parçamız. Gözler ayrı görür; kalp ayrı konuşur; beyin ayrı söyler; beden bir başka hareket eder. Sen o bedenin arzusuna kapıldığında nasıl yaşarsın? Ya da beden arzuyu sana kaç kişiyle yaşatır? Kısacası, "Arzu kaç kişiliktir?" Birini arzulamak ile başlar her şey... Aslında aşk onun sadece sonradan gelen etkisidir. Önce karşınızdakini arzularsınız. Ona bir başka bakar; ona bir başka yaklaşmak istersiniz. Ama öte yandan başka bedenlerde sizin dikkatinizi çeker. Onlara da farklı açılardan ancak aynı hislerle yaklaşırsınız. Sonra bir diğeri ve öbürü derken işin içinden çıkamaz hale gelirsiniz. Arzu duygusunu yakaladığınız noktada siz nerede ve kimlerle olduğunuzu artık bilemiyor durumdasınızdır. Beden sürekli diğer bedenleri arar. Yetmeyen bir beden arayaşıdır bu gerçekte. Nereye kadar sürer gider belli olmaz belki bu arayış. Ya

Onunla Yapmak İstediklerin Neler?

Bir hayal et. Senden şimdi sıkı durup, bu sorumu cevaplayabilmeni bekliyorum. Azıcık sizi hayalperest bir dünyaya taşımak istiyorum  Bazen gözlerinizi kaparsınız ya! İşte böyle anlarda birçok düşünce geçer  beyninizin dört bir yanından. Acaba ne yapsak? Nerelere gitsek? Ona ne süpriz yapsam şimdi? Kurcalamaya başlarsınız. Uygulamaya geçme planları yaparsınız? Arada işler ters gider; küçük aksilikler kapınızda bitre. Siz hiç sıkılmadan "gayet doğal bu durumlar, olur bu sorunlar" deyip, koşturmaya devam edeceksiniz.  Onunla çayırlarda koşmayı, baloncuklar uçurmayı, avazımız çıkıtğı kadar şarkı söylemeyi, hatta aşkımızı birbirimize haykırmayı, küçük haftasonu tatil planları, anlık süprizler-hediyeler, ansızın balkonunuzun altında biten seranat gösterisi, vs.. vs.. bunlar şu an aklıma gelen sadece birkaç basit an. Ama emin olun ki ne kadar basit gibi görünse de her biri ayrı güzel ayrı değerli. Çünkü aslında onunla yaşanılan her anın etkisi ayrı bir değerli. Bu yüzden size s

Sevgim ve Nefretimle SEN

Duygular... Karmakarışık, birbirine geçmiş bir sürü duygu dağınıklığı... Etraftan toplanan kalp parçacıkları... Üzgün bir surat, mutsuz bir yürek... Seven kalbin içinden kopan serzenişler...  Duygular... Karmakarışık, birbirine geçmiş bir sürü duygu dağınıklığı... Etrafa dağıtılan samimi gülücükler... Aşık bakışlar, büyük bir sevgiyle tutuşan eller.. Seven bir yüreğin mutluluk gözyaşları... Duygular... Birbirine geçmiş bir sürü düşünce yığını... Toplanmayı bekleyen sorunlar ve çözümler... Açıklık getirilmesi gereken sonuçlar... Gelişler ve Gidişler... Herbiri bir diğerinden baskın ruhlar... Karıştı kafanız değil mi? Karışmasın. İşte sevgim ve işte nefretim... Küçük bir kapı aralığından bakan bir çift göz... Beklentilerin karşılanamadığı bir zaman dilimi. Hem gideni sevmek, hem gidenden nefret etmek bu. Elden gelen çok da bir şey yok aslında. Çünkü insanız sonuçta ve duygularımız hep ağırlık yapıyor yüreğimize. Peki söküp atamaz mıyız tüm bunları benliğimizden? Zamanla belki. Ama hem

Hayat Saatine Neler Sığdırabilirsin?

(NOT: Bu yazıyı, aşağıdaki youtube'dan yüklenen müzik parçasıyla okumanızı özellikle öneririm) Doğum hayatı başlatır; doğum başladığında ölüm hemen yanıbaşındadır. Çünkü birinin önceliği, bir diğerinin gelişinin habercisidir aslında. İşte kader bu iki zıt kutbun arasında geçip gider. Siz farkında olsanızda olmasanızda... Bu durumu kabullenmek isteseniz de istemeseniz de... Kaç kere güldünüz peki o kısacık ömrünüzde? Ya da kaç kere kollarınızı açıp yanlara sevinç naraları attınız çılgınca gökyüzüne? Yolun ortasında kaç defa sekerek küçük küçük dans adımlarını yuvarladınız? Bu arada etrafınızda insanlar size dönüp bakıyorlar mı acaba diye meraklı gözleri kaçamakca aramadan nefes almayı öğrenebildiniz mi? Eğer öğrenemediyseniz çok yazık! Belki de bunları öğrenmeniz için yeterli vakit size verilmemiştir. Oysa kazanmak, bize genetik olarak verilmeli daha doğduğumuz andan itibaren tüm bunlarla. Hatta Charlie Chaplin yürüyüşlerini yapmalıyız çoğu kez sokak ortasında... Arada hayatı &quo

Aldatmak Kabul Edilebilinir mi?

Uzun yıllardır süre gelen kaçınılmaz bir gerçek, ALDATILMAK . Bu kelime zaman içinde bizde tiksinti duygusu yaratacak kadar gözümüzde en diplere vurmuş olmasına rağmen hala sık sık yapılagelen bir davranış biçimi haline gelmiştir. Eskiden hep erkekler aldatır derdik. Çağ değişti; bu kervana kadınlar da katılır oldu. Gerek erkekler tarafından gerekse kadınlar tarafından karşı tarafa yaşatılan büyük  bir üzüntü ile sonuçlanan bu çirkin hareket, zamanla aldı başını gitti. Artık durdurulamayacak bir dereceye geldi. Oysa ki bir sonbahar ya da bir ilkbaharın gelmesiyle başlayan o küçük ve masum aşklar başlarda en şirin haliyle ne kadar da güzeldi. Çiftler birbirine bakıp, günün ahengini içlerinde yaşatırlarken, zaman geçer ve aşk yerini tamamen rutin bir ilişkiye bırakır oldu. İşte bu anda da imdada tabi ki ALDATMAK kavramı yetişir oldu. Çok bilmiş ya bizim ALDATMA KAVRAMIMIZ , "Siz çok sevdiniz birbirinizi, çok eğlendiniz. Ama bitti; ben geldim; aranıza sızdım; hoşgeldim" diy

Kaybolan Zamanın İçindeki BEDEN

Zamanın bir yerinde sıkışıp kalmışım. Ruhum sanki ne bu bedene, ne  de başka bir bedene ait. Yok olmuş bir ruh, tanınmayan bir yüz, Sabırsız bir kalp var sadece yanımda olan. Peki ben kimim?  Uyanıyorum... Karanlığın tam ortasında uyanıyorum aniden. Doğrulduğum alanın içinde her yer karanlık. Bulmaya çalışıyorum kendimi. Ya da yakınımda tutunabileceğim bir dalı. Ellerim arıyor, sağa sola boşlukta koşturuyorum. Ruhum arıyor. Bulmaya çalışıyor ruhum, bu kimsesizliği. Nedenleriyle , sorularıyla, anlamsızlığıyla, çaresizliğiyle dindirmeye çalışıyor korkularını. Sanki tek başıma bırakılmışım. Benim hiç kimsem yokmuş gibi... Takip mi ediliyorum yoksa. Bir yerlerden üzerime her an saldıracak eller var. Karanlık güçlerin esiri olmamı istiyorlar. Hayır!.. Olmak istemiyorum ben... Aydınlığa çıkmayı istiyorum, güneşi görmek istiyorum. Hislerime güvenip, yürüyorum o karanlık güçlerin üstüne doğru. Elimdeki kılıcı kullanmak üzere yürüyorum boşlukta. Nerdesiniz? Kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?