Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Büyüyünce Ne Olacaksın?

Çocukluk... O bayramların en güzel geçtiği, şekerlerin toplandığı, mendillerin verildiği, hatta bayramlıkların bir hafta, bir gün öncesinden alındığı ve o kıyafetleri bir an önce giyebilmenin neşesi içinde uyanılan sabahların yaşandığı yıllar...  Bu bayram ziyaretlerinde özellikle bir kenarda diğer çocuklarla oynayan bize, bir an için dönülüp sorulan klasik sorular. Büyüyünce ne olacaksın Ayşe, Veli, Naime, vs..? İsmimizin ne olduğunu farketmeden her çocuğun bolca karşılaştığı bir soru cümlesi bizi bulur. O an eğer çevrenizde dikkatinizi çeken birileri varsa ve o birilerinin ilgilendiği uğraş, sizin ilgi alanınıza giriyorsa  ve ben de büyüyünce onun gibi piyano çalacağım; film çekeceğim ya da doktor olacağım diye düşünüyorsanız; işte o sorulan sorulara verilecek cevap, bu dikkatinizi çekenlerden biri olacaktır elbette ki .  Bir insan düşünün şimdi. Çello çalan bir yaşlı müzisyen. Yılların yaşanmışlığı yüzüne gölge gibi düşmüş. Belki de o da seneler önceki çocukluğunda, ne olacağım s

Fırtına Öncesi Sessizlik

Zamansız gelir her şey. Mutluluk yaşamın belki de en değerli ve tek değerli varlığıdır. Dokunmak ister minik yaralarına. Onları iyileştirmek; onlara yeniden hayat vermek ister. Mutluluk, gözlerimizin içinin parlayan yıldızlarıdır. O yıldızlar vardır ki hep bize ilham vermek için etrafımızda dolanırlar. Tabi görmek istersen eğer... İnsanlar güler. Hep gülmeyi arzu eder. Arzulamak gülümsemeyi, ne kadar farklı ve de anlamlı kılar öyle değil mi? Peki neden? Eğer herkes aynı anda güldüğünde bir ortam içinde neden bir ürperti sarar tüm bedeni? Neden bedenler bir anda üşümeye başlar; gülümsemenin sıcaklığındayken? Çünkü herkes aynı anda gülüyorsa eşit ölçüde, bunun arkasından büyük bir trajedi gelecektir diye düşünülür. Çünkü bu gülümseme aslında geçici bir büyük mutluluk anıdır. Esip gürleyecek olan fırtınanın sanki sessiz habercisi gibidir. Sanki büyük trajedi öncesi bir küçük moral ışığıdır; o gülümsemeler. Siz hiç herkes aynı anda güldüğünde korkmamış mısınızdır? Ben korktum... Çok ke

Bir İlişkide Yaş Ne Kadar Önemlidir?

Zaman değişti artık. Kadınlar kendilerinden yaşça büyük beyler yerine birkaç yaş kendisinden küçük birileriyle de beraber olabiliyor. Hatta evliliğe kadar uzanan bir yolculuğa çıkabiliyorlar. Bunun en iyi ve en güzel örneklerinden bir tanesi de Pınar Altuğ-Yağmur Atacan çifti... Bana sorarsanız, aşk sınırı olmayan bir duygudur. Kime ve nasıl, ne şekilde aşık olacağınızı bilemezsiniz. Kaldı ki aşık olduğunuz kişi sizden sadece 2-3 yaş küçük olabileceği gibi 8-9 hatta 10 yaş da küçük olabilir. Ama tabi burada önemli olan karşı tarafın sizin kriterlerinize diğer açılardan uyup uymadığıdır. Mesela siz çalışıyor olup, o hala öğrenciyse kendi ayaklarının üzerinde değil de ailesinden aldığı destekle ayakta duruyorsa bu ilişki olmaz. Ya da o hala çocukca bir mantık penceresinden bakıyorsa olaylara, olgunlaşamamışsa, bu da olmaz. Ancak ikiniz birlikteyken konuşmalarınız düzeyliyse, birbirinizi anlayarak ve yetişkin bireyler gibi olaylara bakıp, birbirinizle tartışıyorsanız, ve konuşuyorsanız

Kadınları Anlamak - 2

27 Ekim'de ilk Kadınları Anlamak-1 makalemi yazmıştım sizlere. Şimdi de ikinci etaba geçiyoruz yani Kadınları Anlamak-2 ' ye. Daha önceki yazımda, özellikle karşı tarafın penceresinden bakamadığımızı ve birbirimizle aramızdaki  iletişimde empati kurmakta tembellik ettiğimizden bahsetmiştim. Şimdi ise biraz daha derine inelim istiyorum. Anlamak için taraflardan biri ısrarcı davranırken, diğerinin vurdumduymaz hallerinin çıkmazlığı içerisinde anlaşabilme çabaları ve ilişkinin devamını sürdürebilme hallerine bakalım isterseniz biraz da.  Erkek, morali bozuk olduğunda, agresif davranışlar sergilemeye başladığında ya da sessizliğin içine büründüğünde ve hiç ağzını bile açmadığında hemen biz bayanlar olarak üstüne düşeriz. Aslında amaç burada çözüm üretebilmek, derdine derman olabilmek. Ama ne var  ki bizim bu tip davranışlarımız anlayışla karşılanmaz. Daha doğrusu beyler bizim aslında ne için onların üstlerine bu kadar düştüğümüzü anlamaya çalışmaz. Bu sebepten dolayı da sorgulam

Yaşamak Hakkımız, Yaşasın Yaşam Haklarımız!

Dünya üzerinde bunca asırdır tek bir hakim kesimin bulunduğu düşünülür; onlar da erkekler. Onların sözü her şeyin üstündedir. "Erkekler ne derse, o olur" mantığı belleklere yerleşmiştir. Evin reisi onlardır; şirketlerde patronlar sadece onlardır. Hatta yolda yürürken veya otobüse binerken bile artık biz bayanlar onlara öncelikli yer verir olduk. Kısacası bu dünya sadece görüntü de erkekler için dönüyor. Dönüyor mu peki? Hayır, hayır, hayır... Çünkü hepimizin yeryüzünde yaşamaya hakkı var. Yörüngesinde dönmekte olan dünya için yaratılan birçok canlı var. Bitkiler, hayvanlar, insanlar... İnsanlar da kadın ve erkek olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ama ne var ki sanki bu yaşamın her şeye sahip tek varlığı insan ve insanların içinde de yalnızca erkekler varmış gibi hareket ediliyor. Aslında biraz da sanırım bu durumu biz bayanlar yaratmaktayız. Fazlasıyla verilen değerler yüzünden onları yaşamda kralımız ilan etmiş görünmekteyiz. Belki yüzyıllar öncesinde bu düzen böyle olabilirdi.

Arkadaşımın Aşkısın!

Hayatınızda kaç kez aşık oldunuz? Peki kaç kez hiç tanımadığınız birinin yanına gidip de ona "merhaba" dediniz? Ya aşk için ne kadar cesurdunuz? Tamam tüm soruları geçiyorum. Siz hiç arkadaşınızın aşkına aşık oldunuz mu? Bunu cevaplayın bana lütfen. Aşk sizin için ne kadar acımasız oldu? Süprizlerle dolu bir hayat. Her anımızda karşılaşabileceğimiz başka başka olaylar. Ama bizi en çok zorlayacak ve de en çok ben olsam ne yapardım sorusuna verilecek bu zor cevabın, bizi işin içinden çıkılamaz bir yola sürüklediği engebeli yollar.  En yakın dostunuz birine aşık. Siz onun aşkına aşıksınız. Düşünebiliyor musunuz ne kadar uğursuz bir gün o gün. Soruyorum şu durumda size, "sen böyle bir durumda ne yapardın" diye. Arkadaşımın aşkısın parçasındaki gibi her şeyden, tüm duygularından vazgeçer ve sessiz kalmayı mı tercih ederdin? Yoksa onu elde etmek için "bana ne arkadaşımdan, arkadaşlık ayrı aşk ayrı deyip, bilerek sevmedim ya aşk bu, kime ve nereye konacağı belli

Kadınları Anlamak - 1

Zamanın birinde başlamış işte bu başlıktaki soru "Kadınları Anlamak Gerek, ama NASIL?" ... Kadın ruhu dediğimiz aslında çok da karmaşık olmayan  iç dünyamıza hakim olmaya çalışan beylerin belki de kolaya kaçmak için uydurduğu bir soru oldu. Ama ne var ki bunun üzerine yapılan bir çok da film çekildi. Ve her seferinde sorgunlandı. Biz neden sizleri anlamakda zorluk çekiyoruz.  Gerçekte şöyle bir bakıldığında bunun cevabı çok basit. Herkes kendi pencerisinden bakıyor ve birbirleriyle empati kurmak işlerine gelmiyor. Oysa ki birazcık ilişkilerde yaşanan sorunlar çerçevesinde  neden-sonuç ilişkisine bakılsa ve sadece hep ben haklıyım kısmında inatçılık edilmese daha kolay çözüm odaklı bir sonuca ulaşılmış olunur. Belki de herkes birbirini anlıyordur; ama anlamıyormuş gibi yaparak hareket etmek bu hayat oyununun bir yap-boz parçalarından biri olmuştur.  Bu arada notumu da düşmek istiyorum siz okurlarıma, "KADINLARI ANLAMAK" konumuz bugün için bir başlangıçtır. Devam

Turkcell Blog Ödülleri 2011'de İLK 10'DAYIM!...

Sevgili okurlarım, Bugün her birinize ayrı ayrı teşekkür edebilmenin mutluluğu için de yazıyorum. Bu yazı, şu an hissettiklerim, sizlerle yürüdüğümüz bütün bir yol hepsi bir anda gözüme bir başka göründü. 3 haftadır süren bir maratonun bugün ilk ışıkları yandı. Ve Sizlerinde bildiği üzere Turkcell'in bu yılki Blog Ödülleri 2011 yarışmasının Kadın Kategorisinde "Bir Kadının Gözünden Hayatın Renkleri" , "Kadınca Hayatın Renkleri" ismiyle yarıştı. Halk Oylamasının bugün merakla beklenen sonuçları açıklandı.  Geçen yıl editörlüğünü yaptığım; ancak daha sonra yazıları düzensiz zaman dilimleri için de yayına koymasından dolayı site sahibine kızıp, bir anda "ben kendi Blog'umu kuruyorum" demem ile başlayan bu yolculuk bugün çok başka yerlerde kendini buldu. Tam 1 yıl önce ben bu yarışmada olacağımı, hatta sizlerin oylarıyla ilk 10'a girebileceğimi hiç düşünmemiştim. Evet, değerli dostlarım. En başta da dediğim gibi çıktığımız bu yolculukta bana

"SÜLEYMAN'I NASIL BİLİRDİNİZ?" Sizi Serüvene Sürükleyecek

Bugün size yepyeni bir kitabı tanıtacağım. Sevgili arkadaşım Hasan Önürdeş'in ikinci kitabı olan "Süleyman'ı nasıl bilirdiniz?" raflardaki yerini aldı. Kendisini daha çok dizi ve reklam filmlerinden tanıyorsunuz. Kendisi Manzum hikayelerden oluşan  ilk kitabı "Ben Yoktum" ile bizlere ulaşmıştı. Ancak ikinci kitabı birincisinden ayıran en önemlli özellik, son kitabının tanıtımı için kitaba fragman çekilmiş olması. Ekim 2011'de Destek Yayınevi'nden çıkan kitabın ilk okuyucularla buluşması da geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Tüyap Kitap Fuarı oldu. Kitabın sosyal medyada yayınlanan tanıtım filmi ise Türkiye'nin ilk "Kitap fragmanı" olma özelliğini taşıyor.  1,5 yıl evvel çekilen film, romandaki karakterlerin birbiriyle ilişkileri hakkında gizemli ipuçları veriyor. Peki aslında Süleyman kim? Süleyman ismi bize gerçekte ne çağrıştırıyor? İlk aklımıza gelen tarihi bir isim olması mı ve bununla bir ilgisi var mı kitabın diye düşündürmesi mi

Boşluklar İçinde Varolma Savaşı Bunun Adı

Hoooppp!... Şu an olduğun yerde öylece DUR! Az sonra kuracağın cümlelerin birer terazi de tartılıp tartılmadığına bir bak. Etrafında belli belirsiz şekiller görüyor musun? Ya da gaipten sesler mi duyuyorsun söyle bana. Birileri seni takip ediyormuş gibi duygulara kapılıyor musun? Aklından neler geçiyor şu an? Anlat bana... Tek tek aklındakileri anlat bana. Boşluklar oluşur kimi zaman etrafımızda biz farkında olmadan. Gözler kamaşır aniden beliren ışık süzmeleri çıkıp, etrafımızı sarmaladığında. Görmezken daha çok göremez oluruz bulunduğumuz noktayı. Aldığımız nefesin hesabını verir oluruz bir bakmışız aniden. Yoklukta varolmanın savaşını yaşayan toplumlar oluruz biz farkında olmadan. Kaybedecek bedellerin hesabını yapamaz hale geliriz; aslında kaybedecek daha çok onlarca kıymetlimiz varken. Biz sadece elimizdekini biliriz. Ya da bildiğimiz kadarını elimizde tutmasını öğreniriz yaşarken. Sebepsizlikler içinde neler ararız sıkıntılı beyinler olarak. Bazen beyinsiz olmayı tercih edersini

Parıltı ve Tiyatro Hayat'tan Görmeyen Çocuklarımıza Büyük Destek

Çocuklar... Hayatlarımızın en anlamlı varlıkları onlar. Onlarla renk gelen hayatlarımız, onlarla başlayan büyük sorumluluklarımız ve onlarla gelişip büyüyen umutlarımız var. İşte bu noktada Parıltı ve Tiyatro Hayat, görmeyen çocuklarımız için elele verdi. Bu kez tiyatro bu çocuklarımız için hayat bulacak sahnede. Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği anlamlı bir proje ile izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Gelin size bu güzel ekibi yakından tanıtayım. Yapımcılığını Ali Anıl, Genel Sanat Yönetmenliğini Mana Uygur'un yaptığı iki genç isimden oluşan Tiyatro Hayat, Can Ceylan'ın yazıp yönettiği ve tanınmış sanatçıların da sahnede destek vereceği büyük bir prodüksiyonla Haziran ayında Akatlar Kültür Merkezi'nde perdelerini açacak.  Görme engelli çocukların dans, müzik ve drama yeteneklerini sergileme olanağı bulacağı bu gösteri için şimdiden çalışmalar başladı. Ne güzel ki bu projenin başında yeni nesil genç isimler yer alıyor. Hayata destek, çocuklarımıza destek v

Karanlıkta bir kalp...

Bir gün yolunu kaybetmiş bir kalp buldum, yolumun üzerinde giderken. Sordum "derdin ne? Nereye gitmekteydin de buraya düştün" . Dedi ki; "başka bir kalbin peşine takılmıştım. Bir anda ortadan kayboldu. Bulunduğum noktanın neresi olduğunu bilmediğim için aniden karanlık dipsiz bir kuyunun içinde buldum kendimi. Yolumu şaşırmış bir haldeyim. Nereye gideceğimi bilmiyordum; çünkü etrafımı aydınlatacak hiç ışığım yoktu" .  Durup düşündüm; nasıl yardımcı olabilirim ona diye. Bu sonu olmayan karanlıktan çıkmasını sağlayabilir miyim diye düşündüm. Ve sordum; "gerçekten aydınlığa çıkmak istiyor musun?" Bir dakika kadar suspus durdu. İçinde hala bir ümit olduğunu buğulu gözlerinden görebiliyordum. Belki diye başlayan bir cümlesi vardı aslında ama sonu yoktu. Sonunu getirebilir miydi kendisi de bilmiyordu. Kararsızlığını farkettiğim vücut dilinden alabiliyordum aslında sorumun cevabını. Ama birden kafasını kaldırdı ve gözlerinde aniden bir kararlılık ışıltısı parla

Kadın Gülümsemektir!

Bir kadına her şey yakışır... Bazen kızmak, bazen ağlamak, bazen durgun olmak ve bazen de küsmek... Ama en çok kadına yakışan gülümsemek. Hayata karşı mı dersiniz, insanlara karşı mı dersiniz yoksa dünyaya karşı mı dersiniz bilemem; ama bir kadına gülümsemek şu kainatın yakıştığı en güzel ifade biçimidir. Kısacası kadın gülümsemektir!... Zor olanı başarmak ise içiniz kan ağladığı anlarda bile yüzünüze kondurduğunuz küçük tebessümlerdir sizi renkli kılan. Kimi zaman göstermek istemediğiniz sorunlarınızla boğuşurken, sırf dışarıya dimdik görünmek ve "ben iyiyim" sinyallerini vermek için bile minik minik tebessümleri kullanabiliyorsunuz. Lakin içten ve doğal, gelişi güzel gerçekleşen kahkalar, şen şakrak muhabbetlerin  ne kadar keyifli olduğunun göstegesi olarak da yerini alabiliyor çoğu zaman.  Hangi dilden, hangi ırktan ya da hangi yaştan olduğunuzun hiç önemi yoktur. Çünkü kadın kim olursa olsun, bulunduğu her yerde gülümseyişiyle etrafına neşe saçmaktadır. Kadın gülümsedi

Burası Hodri Meydan!

Kelimesini bilmediğin zor cümleler seçiliyor... Etrafında olan biten, yazılan çizilen, söylenen ya da söylenmeyen onlarca cümlenin içinde kaybolmuş bir bedenin parçası gibi savruluyor ruhun oradan oraya. Mesela saat kaç? Şu an kimlerle birliktesin? Bugün ne yaptın kendin için? Peki ya yarın ne yapmayı beklemektesin? Beklemeler... Beklemeler... Beklemeler... Daha ne kadar sürecek bu bilinmezlikler? Sabır küpü olmak gerek sanırım hayatta ya da hayata isyan etmek gerek vakti saati gelince, hiç durmaksızın bir anda. Ben isyanı seçenlerdenim! Ya sen? Bunun neresindesin? Katılırsın ya da katılmazsın yukarıdaki her bir cümleye... Belki karşıttır görüşlerin benimkilerden. Olmasını beklemek saçmalık, hareket lazım diyen bakışlar vardır belki sana doğrulmuş olan. Canı sıkılan beyinler vardır; söz vakti geldiğinde konuşmak istemezler asla. Zorlasan da konuşmazlar... O yüzden boşuna zorlama. Sana yazık çünkü.  Susmak erdemliktir diyenler... Nereye kadar susar çeneler? Nereye kadar susmak bir ya

Tüm Öğretmenlerime Gelsin Bu Yazım...

Öğretmenler... En küçük çağlarda hayatımıza sızan ve bize hayatı farklı yönlerden tanıtan, gösteren, öğreten insanlar. Anne ve babamızdan sonra gelen en saygı duyduğumuz ve belki de hiçbir zaman unutamadığımız kişiler. Biz öğretmenlerimiz sayesinde ta ilkokul yıllarından itibaren koşarken, okumayı sökerken, beslenme çantalarımızdaki yiyeceklerimizi masanın üzerine nasıl kuracağımızı öğrenirken hep yanımızda olanlar onlar.  Elimizden tutan, bir yuva sıcaklığını bize hissettiren en değerliler... Hepsi iyi ki varlar! Ben ilkokul hocamı hiç unutmadım. Hayatımın hep önemli bir yerinde durmasını istedim. Ne onunla olan bağım koptu; ne de ona olan sevgim saygım köreldi. Beni ben yapan kriterlerin belirlenmesindeki payının ne kadar büyük olduğunu bildiğim sevgili Gülseren Öğretmenime öncelikle sevgi ve saygılarımı bir kez daha sunuyorum. Onun gönlündeki o yumuşaklık, o eğitmenlik duygusu, o çocuklara olan sevgi ve anlayış hissi benim ne yaramaz afacan hallerimi çekti bir bilseniz. Okulun kaza

Arzu Kaç Kişiliktir?

(NOT: Bu yazıyı, aşağıdaki youtube'dan yüklenen müzik parçasıyla okumanızı özellikle öneririm) Beden... Çoğu zaman akıldan bağımsız yaşayan bir parçamız. Gözler ayrı görür; kalp ayrı konuşur; beyin ayrı söyler; beden bir başka hareket eder. Sen o bedenin arzusuna kapıldığında nasıl yaşarsın? Ya da beden arzuyu sana kaç kişiyle yaşatır? Kısacası, "Arzu kaç kişiliktir?" Birini arzulamak ile başlar her şey... Aslında aşk onun sadece sonradan gelen etkisidir. Önce karşınızdakini arzularsınız. Ona bir başka bakar; ona bir başka yaklaşmak istersiniz. Ama öte yandan başka bedenlerde sizin dikkatinizi çeker. Onlara da farklı açılardan ancak aynı hislerle yaklaşırsınız. Sonra bir diğeri ve öbürü derken işin içinden çıkamaz hale gelirsiniz. Arzu duygusunu yakaladığınız noktada siz nerede ve kimlerle olduğunuzu artık bilemiyor durumdasınızdır. Beden sürekli diğer bedenleri arar. Yetmeyen bir beden arayaşıdır bu gerçekte. Nereye kadar sürer gider belli olmaz belki bu arayış. Ya

Onunla Yapmak İstediklerin Neler?

Bir hayal et. Senden şimdi sıkı durup, bu sorumu cevaplayabilmeni bekliyorum. Azıcık sizi hayalperest bir dünyaya taşımak istiyorum  Bazen gözlerinizi kaparsınız ya! İşte böyle anlarda birçok düşünce geçer  beyninizin dört bir yanından. Acaba ne yapsak? Nerelere gitsek? Ona ne süpriz yapsam şimdi? Kurcalamaya başlarsınız. Uygulamaya geçme planları yaparsınız? Arada işler ters gider; küçük aksilikler kapınızda bitre. Siz hiç sıkılmadan "gayet doğal bu durumlar, olur bu sorunlar" deyip, koşturmaya devam edeceksiniz.  Onunla çayırlarda koşmayı, baloncuklar uçurmayı, avazımız çıkıtğı kadar şarkı söylemeyi, hatta aşkımızı birbirimize haykırmayı, küçük haftasonu tatil planları, anlık süprizler-hediyeler, ansızın balkonunuzun altında biten seranat gösterisi, vs.. vs.. bunlar şu an aklıma gelen sadece birkaç basit an. Ama emin olun ki ne kadar basit gibi görünse de her biri ayrı güzel ayrı değerli. Çünkü aslında onunla yaşanılan her anın etkisi ayrı bir değerli. Bu yüzden size s

Sevgim ve Nefretimle SEN

Duygular... Karmakarışık, birbirine geçmiş bir sürü duygu dağınıklığı... Etraftan toplanan kalp parçacıkları... Üzgün bir surat, mutsuz bir yürek... Seven kalbin içinden kopan serzenişler...  Duygular... Karmakarışık, birbirine geçmiş bir sürü duygu dağınıklığı... Etrafa dağıtılan samimi gülücükler... Aşık bakışlar, büyük bir sevgiyle tutuşan eller.. Seven bir yüreğin mutluluk gözyaşları... Duygular... Birbirine geçmiş bir sürü düşünce yığını... Toplanmayı bekleyen sorunlar ve çözümler... Açıklık getirilmesi gereken sonuçlar... Gelişler ve Gidişler... Herbiri bir diğerinden baskın ruhlar... Karıştı kafanız değil mi? Karışmasın. İşte sevgim ve işte nefretim... Küçük bir kapı aralığından bakan bir çift göz... Beklentilerin karşılanamadığı bir zaman dilimi. Hem gideni sevmek, hem gidenden nefret etmek bu. Elden gelen çok da bir şey yok aslında. Çünkü insanız sonuçta ve duygularımız hep ağırlık yapıyor yüreğimize. Peki söküp atamaz mıyız tüm bunları benliğimizden? Zamanla belki. Ama hem

Hayat Saatine Neler Sığdırabilirsin?

(NOT: Bu yazıyı, aşağıdaki youtube'dan yüklenen müzik parçasıyla okumanızı özellikle öneririm) Doğum hayatı başlatır; doğum başladığında ölüm hemen yanıbaşındadır. Çünkü birinin önceliği, bir diğerinin gelişinin habercisidir aslında. İşte kader bu iki zıt kutbun arasında geçip gider. Siz farkında olsanızda olmasanızda... Bu durumu kabullenmek isteseniz de istemeseniz de... Kaç kere güldünüz peki o kısacık ömrünüzde? Ya da kaç kere kollarınızı açıp yanlara sevinç naraları attınız çılgınca gökyüzüne? Yolun ortasında kaç defa sekerek küçük küçük dans adımlarını yuvarladınız? Bu arada etrafınızda insanlar size dönüp bakıyorlar mı acaba diye meraklı gözleri kaçamakca aramadan nefes almayı öğrenebildiniz mi? Eğer öğrenemediyseniz çok yazık! Belki de bunları öğrenmeniz için yeterli vakit size verilmemiştir. Oysa kazanmak, bize genetik olarak verilmeli daha doğduğumuz andan itibaren tüm bunlarla. Hatta Charlie Chaplin yürüyüşlerini yapmalıyız çoğu kez sokak ortasında... Arada hayatı &quo

Aldatmak Kabul Edilebilinir mi?

Uzun yıllardır süre gelen kaçınılmaz bir gerçek, ALDATILMAK . Bu kelime zaman içinde bizde tiksinti duygusu yaratacak kadar gözümüzde en diplere vurmuş olmasına rağmen hala sık sık yapılagelen bir davranış biçimi haline gelmiştir. Eskiden hep erkekler aldatır derdik. Çağ değişti; bu kervana kadınlar da katılır oldu. Gerek erkekler tarafından gerekse kadınlar tarafından karşı tarafa yaşatılan büyük  bir üzüntü ile sonuçlanan bu çirkin hareket, zamanla aldı başını gitti. Artık durdurulamayacak bir dereceye geldi. Oysa ki bir sonbahar ya da bir ilkbaharın gelmesiyle başlayan o küçük ve masum aşklar başlarda en şirin haliyle ne kadar da güzeldi. Çiftler birbirine bakıp, günün ahengini içlerinde yaşatırlarken, zaman geçer ve aşk yerini tamamen rutin bir ilişkiye bırakır oldu. İşte bu anda da imdada tabi ki ALDATMAK kavramı yetişir oldu. Çok bilmiş ya bizim ALDATMA KAVRAMIMIZ , "Siz çok sevdiniz birbirinizi, çok eğlendiniz. Ama bitti; ben geldim; aranıza sızdım; hoşgeldim" diy

Kaybolan Zamanın İçindeki BEDEN

Zamanın bir yerinde sıkışıp kalmışım. Ruhum sanki ne bu bedene, ne  de başka bir bedene ait. Yok olmuş bir ruh, tanınmayan bir yüz, Sabırsız bir kalp var sadece yanımda olan. Peki ben kimim?  Uyanıyorum... Karanlığın tam ortasında uyanıyorum aniden. Doğrulduğum alanın içinde her yer karanlık. Bulmaya çalışıyorum kendimi. Ya da yakınımda tutunabileceğim bir dalı. Ellerim arıyor, sağa sola boşlukta koşturuyorum. Ruhum arıyor. Bulmaya çalışıyor ruhum, bu kimsesizliği. Nedenleriyle , sorularıyla, anlamsızlığıyla, çaresizliğiyle dindirmeye çalışıyor korkularını. Sanki tek başıma bırakılmışım. Benim hiç kimsem yokmuş gibi... Takip mi ediliyorum yoksa. Bir yerlerden üzerime her an saldıracak eller var. Karanlık güçlerin esiri olmamı istiyorlar. Hayır!.. Olmak istemiyorum ben... Aydınlığa çıkmayı istiyorum, güneşi görmek istiyorum. Hislerime güvenip, yürüyorum o karanlık güçlerin üstüne doğru. Elimdeki kılıcı kullanmak üzere yürüyorum boşlukta. Nerdesiniz? Kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?