Ana içeriğe atla

SAVAŞ ve KADIN


Hayatımda senden başkasını ne gördüm ne de sevdim
Buğulu bakışların ardındaki melodiyi dinledim
Bir yer vardı taa uzaklarda parlayan
Elimi uzatsam tutuacağım
Seslensem sesimi duyarabileceğim bir yer vardı
Sonsuzluğun ötesinde esen rügzarların şarkısı vardı dinlediğim
Boş çerçevelere çizdiğim resimler
Sır gibi sakladığım mektuplar
Ağladığım zamanlarda sildiğim mendiller vardı.
Boş lakırdıların yapıldığı o büyük salonlar
Şık giyinmiş beyefendiler, hanımefendiler vardı
Ben üzerimdeki eski püskü kirli kabanımla gezmekteydim aralarında
Süzdükleri bakışlarına aldırış etmeksizin ilerliyordum
Salon boştu...
Aslında doluydu, aslında dopdoluydu...
Ama tüm o içindekilerin yürekleri boştu...
Beyinlerde yarattıkları o kibirli ifadeler hayatlarının işareti gibi üzerlerine yapışmıştı
Yürüdüğüm parkenin tıkırdayan o rahatsız edici sesi bile bir melodiydi
Dans etmek için orta yerde uzattım sağ bileğimi yavaşça öne,
Belimi hafiften kırdım, elimle herkesi selamladım
Kabanımı üzerimden alıp, arka bir yerlerde bir köşeye fırlattım
Parmak uçlarımın üzerinde iki adım attım ve durdum
Tüm o bakışlar bana çevrilmiş ve ben onlara aldırmaksızın dans etmekteydim.
Birden aralarından biri gelmeye başladı...
Yavaşça yol verdiler, araları açıldı, o küçük aradan bir çift göz uzandı bana.
Yanıma doğru sakince ilerledi...
Elini uzattı, "tut" dedi... 
Cesur bakışların altında ellerimiz kavuştu birbirine... 
O zengin beyefendiler şaşkınlıktan dona kalmıştı, 
O kokoş hanımefendiler kendi aralarında fısıldamaya başlamıştı. 
Ve biz bir anda birbirini uzun süredir bekleyen sanki iki küçük kutup yıldızıydık.
Her adımımız da başka yıldızlar birikmeye başlamıştı.
Işıldıyorduk, ışıl ışıl etrafı aydınlatıyorduk...
Sonra bir ses duyuldu öte yandan...
Herkesin baktığı yöne kafamızı çevirdik...
O anda bir patlama sesi daha duyuldu... 
Etrafta bağrışlar, çağrışlar yankılanıyordu artık...
Müzik sustu... Biz dansı bıraktık, bir anda ortalık alev yığınına döndü..
Savaş artık başlamıştı...
Ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı....




Nefes aldığım toprağın hangisinin ya da ne olduğunun hiçbir önemi yoktu. Hepimiz bir şekilde yaşamayı öğreniyoruz. Zaman ilerliyor... Asırlar geçiyor... Müzikler değişiyor... Danslar değişiyor... Hayatlar değişiyor... 21. yüzyılın çağında barışın olması gereken bir yeryüzünde halen daha savaşları yaşıyoruz. Tarih kitaplarından çıkıp fırlayan düşüncelerin gerçeğe dönüştüğünü izliyoruz. Tekrar ve tekrar... Tekrar ve tekrar... Hiç bitmek bilmiyor gibi adeta... Sorgulamalar bitmek bilmiyor. Bağrışlar bitmek bilmiyor. Ezilen bedenler, vurulan çocuklar, ölen bebeler, yitip giden nineler, kahrolan dedeler, parçalanmış bedenler bitmek bilmiyor. Bilmiyoruz hayatı yaşamayı... Bilmiyoruz hiç "Barış" kelimesinin tam anlamını... 

Siyaset diyoruz; din diyoruz; kardeşlik diyoruz; Laiklik diyoruz; para diyoruz; o diyoruz; bu diyoruz... Okul sıralarında anlatılanları kurardık küçücük beyinlerimizin içinde... Bilmezdik tam olarak hep ne yaşanmıştır diye. Topu, tüfeği sırtına vurup, harp meydanlarında savaşan ninelerimizin hikayelerini hep dinledik. Şimdi ise televizyonlardan, renkli bir kutunun içinden dünyaya açılan bir başka pencereden izliyoruz tüm haberleri ve olan bitenleri. Paramparça olan hayatların manzaralarına oturup bakıyoruz; akşam yemeğini ailemizle yediğimiz yemek sofrasından. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyoruz. Katılaşan yüreklerimizi, kibirli bakışlarımızı üzerlerine siliyoruz. İzliyoruz; sadece izliyoruz.

Düşünüyorum; savaş ve kadın... En çok yükü taşıyan onlar. Hem çocuklarını, hem kendilerini korumak zorundalar, hem topraklarını, hem namuslarını korumak zorundalar... Şimdi bir savaş olsa diyorum topraklarımızda, Cumhuriyet kadınları olarak varmıyız yüreğimizi ortaya koymaya diye düşünüyorum. Ben hazırım; ülkem için, insanlarım için; ailem için; özgürce nefes alabilmek için hazırım ben. Dış güçlerin aramıza sızdığı an, topu taşımaya sırtımda varım yine ben. Libya'ya bakıyorum; Mısır'a bakıyorum; Suriye'ye bakıyorum... Neden diyorum insanlar ölüyor. Özgürce nefes alabilmek için... Bağlarından kurtulmak için... Gene toprak için, gene toprakları için... Zor diyorum, çok zor... O bebelerin günahı neydi diyorum. Günahları neydi, bunca yoksulluğun arasında. Atıyorlar kabanlarını bir köşeye ve başlıyorlar yerlerde yuvarlanmaya kadınlar. 

Küçük bir ateş parçasının üzerinde pişen tencereden kaç kişinin yemek yediğini düşünüyorum. Bizler sofralarımızı kurarken çeşit çeşit lezzetlerle, bir başka sofranın taştan yaratıldığına şahit oluyoruz. 

Dökülen gözyaşları, kurşuni bir yürek, yerlerde yuvarlanmaktan parçalanmış avuç içleri, kırılmış tırnaklar, yırtılmış elbiselerimiz ile dimdik gene de ayaktayız. Çünkü biz kadınlarız... Çünkü bizler her nerde olursa olsun, her ne yapıyor olursak olalım, her ne işin şu an patronu olursak olalım, savaş çıktığında hepimiz gene biriz, hepimiz tek bir yüreğiz. Çünkü bizler anneyiz; çünkü bizler kardeşiz; çünkü bizler aynı toprağın temsilcileriyiz. Savaş meydanlarında cesurca yüreklerini ortaya koyanlarız. Ve bu yüzden kazanılan bir zaferin belli belirsiz kahramalarıyız. Savaşsız bir dünya için biz her zaman varız....


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu