Ana içeriğe atla

Suretler


(NOT: Bu yazıyı aşağıdaki parçayı dinleyerek okumanızı rica ediyorum....)


Her şey gibi... Her özel insan gibi... Zaman yine aynı sulardan akmakta...

Başınızı çevirdiğinizde gördüğünüz neydi bilmiyorum. Ya da görmek istediğiniz... Sonsuzluğa uzanan bir yol muydu aradığınız; yoksa gelip geçici havai fişeklerden biri miydi yansımalarını sevdiğiniz sahte ışıkların? Canınız hiç yandı mı? Canınızı yakanla hiç yüzleştiniz mi? Sevdiniz mi; çoook hem de çook fazla... Özlediniz mi peki? Özlemin en derin halini içinizde o bilmediğiniz derinliklerde kaybola kaybola çılgınca yaşadınız mı? Attığınız çığlıklar kayboldu mu damarlarınızdan akan kanın içinde... Siz hiç beyninizi uyuşturan bir sevdaya kapıldınız mı? Yakasına yapışıp, "Dur" gitme diyebildiniz mi sevdiğinize? Nedenleriniz mi vardı? Nedensizlikleriniz mi? Siz hangisiydiniz? Hangi bilinmezliktiniz? Hiç çözebildiniz mi kendinizi?

Tınısına kapıldığım bir melodi var kulağımda şu an... Ve yüzlerce suret karşımda... Hepsi de ilk başta birbirine benziyor aslında. Bir uyanış, bir doğuş bu baktığınızda... Birinin esmerliği, diğerinin sarışınlığı, öbürünün kızıllığı... Yeşil mi; mavi mi; yoksa kahverengi mi göz rengi? Buğday tenli mi; yoksa açık tenli mi? Aldığı nefes öbüründen çok mu daha derin; çok mu daha farklı sanki... Zihinlerini açsanız ne bulacağınızı sanıyorsunuz... Bulanıklaşan yüzler; saydamlaşan hayaller... Suretler; hepsi de birbirini farklılaştıran maskeler... Kaldırsana o maskelerden birini, bir yüzleşsene altındaki gerçek kişiyle... Kendini görmekten mi korkuyorsun aynaya bakar gibi o surette. Ne istiyorsun? Ne isteğini sanıyorsun hayattan? Bulabildin mi cevabını? Ya da bulamadın mı hala? 

Mesele ben... Mutlu olmakla mutsuz olmanın arasında bir yerde kaybolup gitmekten korkuyorum. Peki ya sen? Cesur musun en az benim kadar... Yüzleş desem; konuş desem; anlat desem hikayeni anlatabilir misin hiç düşünmeden bana... Yüreğini açar mısın yanıbaşında nefesini hissettiğin bu yabancıya... Puslu bakışlarında yatan derin sızıyı kanatır mısın bir kez de benim dokunuşlarımla... Sana omzumu verdim; yaslanır mısın ona? Uyur musun güvenerek bu sıcaklıkta? 

Biz, ne dediği net olan ancak anlaşılmayan insanlarız. Anlaşılmak o suretlere nasıl baktığınla alakalı... Uçmak istiyorsan; önce kanadı olmayan meleği bulmaya çalışman gerek. Kim bilir belki de üstüne titreye titreye geliyordur aslında. Bir şehrin içinde kaybolmuşçasına... Ruhuna dokunacaksa bırak izin ver sana gelişine... Doğru; senin onda ilk hissedip de gördüğündür. Şimdi koy kadehini masaya ve başla anlatmaya "var mısın bu tatlı yolculuğa?"


BURCU ÖZDER







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu