Ana içeriğe atla

Geçmişten günümüze çıkma telifi!

En masumu, en hislisi, en güzeli sanırım bu olsa gerek; çıkma teklifi. Ne heyecan yaratır insanın tüm bedeninde. Elleriniz terler, kalbiniz güm güm atmaktadır. Hoşlandığınız kızın bir türlü gözlerinin içine tam anlamıyla bakamazsınız; sanki bakma hakkınız yokmuş gibi hisseder aklınız. Ayaklarınız ona bir adım ileri giderken, bir adım geriler. Sonra bir bakmışsınız ki hiç farketmeden aslında onun karşısına geçivermişsiniz. İşte o an... Duygularınızın dile gelmesi gereken an... Artık ikiniz karşı karşıyasınız. İşte geçmişten günümüze çıkma teklifi!

Çok eskilere gidelim şimdi. Osmanlı döneminde çıkma teklifi yapılmazdı herhalde diye düşünürsünüz. Hayır, bilakiz o dönemlerde de varmış bu teklifler. Bakınız nasıldı isterseniz bir hatırlayalım. Osmanlı zamanlarında eğer bir adam bir kadından hoşlanıyorsa, onun karşısına geçer ve dermiş ki; " Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsılmış bulunmaktayım. Niyetim acizane-i taciz etmek değildir elbette ki. Bilakis efkar-i umumiyede ufak bir aile bacası tüttürmektir... Sözlerim sizi temin ve tatmin edecek ise şayet zevc-i izdivacınıza talibim!.." Aslında evlenme teklifi duran bu teklif, bir nevi çıkma, bir nevi evlenme teklifi oluyor esasta. Çünkü bilirsiniz ki o dönemlerde öyle günümüzdeki gibi önce el ele tutuşalım, iki yürüyüp gezelim tozalım, sonra anlaşırsak evleniriz olamazmış. Eğer bu bayanın da gönlü varsa karşısındaki bu beye kaşı başını hafifçe kırıp, öne doğru eğer ve olumlu yönde bir yanıt verir, babasının bileceğini söylermiş. Ama bayanın cevabı olumlu değilse işte o zamanda cevabı " O mahrem suratınıza bir sille-i osmaniye nakşedersem, sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz" olurmuş. Gerçi bu işin espiri yanı. Çünkü son dönemde özellikle internet üzerinde dolanan bir fıkranın konuşma replikleri bunlar üç aşağı beş yukarı. 

Lakin hatırlayın, filmlerden ve de dizilerden takip edenler bilir; gerçekten bu tarzmış çıkma teklifi geçmişte. Sonra zaman ilerlemiş ve artık kadın ile erkek daha rahat konuşabilir hale gelmiş. Erkek duygularını daha sıkıntısız olarak dile getirmekte, kadın da daha rahat bir şekilde utanmadan sıkılmadan cevabını ya da düşüncesini net olarak verebilmekteymiş. 

Günümüze geldiğimizde kadın ve erkek çıkma teklifini bırakmış bir kenara, teklif de neymiş diye bir mantık çerçevesinde "benimle çıkar mısın?" gibi bir soru cümlesini saçma ve gereksiz bulup, artık bir beraberliğe başlar olmuş. Ancak bu rahatlığın sanmayın ki hiç desavantajı yok. Tabi ki de var. Çünkü iki kişi konuşup, görüşmeye başlayıp, uzun uzun buluşmaların sonrasında böyle bir teklifin evresi geçtiğinden dolayı bayan çelişkiye düşer. Sebebi erkek ona bu soruyu sormadığı gibi ilişkinin adını bile koymuş değildir. Acaba şimdi çıkıyorlar mı yani beraberler ve bir ilişki başladı mı? Kadın adama, adam da kadına sahip mi değil mi? Birbirlerine hesap verme durumu var mı yok mu? Kadın bilmiyor; adam rahat. Ve bunun neticesinde bir süre sonra daha ilişki belki de başlayamamışken oluşan gerginlikler ve biten aşklar. 

Bakmayın siz sevgili okurlarım her şey eskiden güzel, eskiden anlamlı, eskiden değerliymiş. Evet sıkıntılıymış belki yan yana gelip de konuşmak, kişilerin duygularını birbirine rahatça ifade edebilmeleri. Ama gene de her şey daha net, her şey daha belirginmiş. Şimdi ki gibi ilişkiler sıradanlaşmamış. Ah o eski günler diyorum. İşte geçmişten günümüze çıkma tekliflerinin serüveni!...


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Unknown dedi ki…
masumiyet mi kaldı, saflık nerede şimdi....
sadece çıkma tekliflerinde aşklarda değil ki samimiyetsizlik artık tüm sosyal ilişkilerimizde barınıyor.Ve bu da gerçekten insanlık adına kötü bir durum.
Ben küçükken büyüklerimiz hatta şimdi bile nerede o bayramlar naralarını atarken gülerdim saçma derdim ama zamanla ne demek istediklerini anlıyorum...
Burcu ÖZDER dedi ki…
Çünkü zaman ve tecrübe birbiriyle bağlantılı. Her zamanın ve her hatıranın ayrı bir tadı var geçmişte. Şimdi nerede o günler.. Nerede bu günler diyesi geliyor insanın gerçekten sevgili Gözde! Haklısın.

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu