Bilmek… Her şeyi bilmek. Hayatta yaşadığın, attığın her adımın sana getireceklerini bilmek. Çevrende dönen oyunları görmek; tezgahlamaları görmek. O tezgahtan inatla hiçbir malzeme almamak; aldırmamak. Kelimlerle oynamak; cümleleri bozmak. Sessizliğin sesi olmak. Kurduğun hayatları yapay bir süs havuzuna sığdırmak… Yapay olduklarını bile bile arada sırada orayı temizlemek.
Gücün farkında olduğun sürece boğulmazsın kaldığın dört duvarın ortasında. Seni boğmalarına da izin vermezsin. Üstüne üstüne gelen elleri tutup kelepçelersin. İster çözüp, özgürlüklerini geri verirsin onlara; istemezsen koğuşun diplerine atarsın onları. Orada çürümeye yüz tutan bedenlerini seyredersin. Aslında kokmaya başlamış ruhlarının esaretinde kalmış bu bedenler, zararların birer aynadaki yansımasıdır. Zarar verdikleri onlarca hayatın ardından sinsi sinsi gülerlerken, şimdi gülünecek hale gelmişlerdir. Bu parçalanmalarını gözlerinle izlersin. Aslında bu dramın keyif vermesi gerekirken acırsın onlara. Çünkü acizlikleri ile küçücük insancıklar olmuşlardır.
Yaratılmış insan neden varolduğunu unuttuğu an, kaybetmeye mahkumdur. Ve bir kayıp, gerçek zaferin önünde boyun eğmek zorundadır. Avuç içi kadar çok kelimenin arasında yitip giderler. Bunu farkettikleri gün, çığlıkları dünyada yankılanamaz… Sadece ürkek halleri kalır ellerinde ve onla da yaşamaya mecburlardır.
Galibiyet, dürüstlüğün ve gerçek vicdanın kazandığı noktadır. Bu noktada olmak ise herkesin harcı değildir.
BURCU ÖZDER
Yorumlar