Şehr-i İstanbul... Güzelliğine mi hayran kalmalı; yoksa içinde gizlediğin onlarca sırra mı? Sevdaları mı anlatmalı yoksa ayrılıkları mı? Nice kavuşmalar; ve daha nice özlemler yüreğinde saklı. Bir başlasan anlatmaya geceler sabah olmaz; dakikalar saniyeleri kovalamaz... Zaman; tam da olması gerektiği anda, o noktada donar. Bir başlasan konuşmaya bu yürek asla susmaz.
Bir matem havası saklı sanki... Yağmurlar kaldırımları ıslatırken, rüzgar yaprakları savururken, bir yerlerde fırtına sessizce kopuyor. Bahar geldi dediler; yalancı baharmış meğer. Güneş yüzünü gösterirken kandırıyormuş bizi teker teker.
İşte tüm bunlar olurken bir sıcaklık hissetim; tam da yanıbaşımda. Görmesem de bazen, konuşmasak da sıkışır ya kalp ansızın, hızlanır ya o ritim, durduramazsın ya ısınan o yüreği, işte öyle bir şey tam da yaşanan. Masumdur aslında her şey ta en başta. Belki de bu masumiyettir seni yakınlaştıran. Sözlerin değil; bakışların konuştuğu anlardır en güzel olan. Bazen bir küçük gülüştür; bazen de ona baktığında gözlerinin itiraf etmesinden korkup kaçtığın anlardır. Ah o anlar yok mu zaten; seni sessizliğe gömer.
Tarifi yok... Belki de tek bir soru, tek bir cevap her şeyi çözecek olan. Sade, çocuksu, ince dokunuşlar, istemeden de olsa araya giren suskunluklar... Eğer gözlerini kapattığında hayali ile tebessüm edebiliyorsan doğru yerdesin, kaçma! Yeditepeye baş kaldır; yaz hikayeni. Çünkü bu senin... Hisset; yanında dur!
Ve sonra da öyle bir konuş ki bir şehir gibi mesela... İstanbul gibi... De ki; "Boğazım kuruyana kadar seveceğim seni" (*)
BURCU ÖZDER
(*) Son paragraf alıntıdır
Yorumlar