Ana içeriğe atla

İnsan Olmayı Öğreten Şehir

Çok uzun zaman oldu sizlere yazmayalı. Sanmayın ki unuttum sizleri. Hayır! Sadece bu şehrin içinde birçok yere bölünmüş olmanın verdiği yorgunluklar zincirine dolanmıştım. Neyse ki şimdi sıyrıldım bunlardan biraz. Ama tüm bu geçen zaman içinde etrafımda olan bitene daha dikkatli ve daha net bakabilme fırsatı buldum. Yaşamanın ne demek olduğunu keşfettim bir yerde sanırım.

Şu kaybolmuş insanlara çıkın ve sokakta bir bakın istiyorum. Şehrin karmaşasında nereye gittiğini bilmeyen onlarca insan var. Hepsi bir yerlere yetişmeye çalışıyor da acaba gerçekten o gitmeleri gereken yere gitmek zorundalar mı diye bir sorun aslında onlara. Birbirimize benzeyen yüzleri görmekten sıkılan bir toplumun yarasıyım bende. O hançerle kesilmiş olan bileğime pansuman yapacak bir insan evladı arıyorum. Bana değerimi gösterecek, bana kim olduğumu hatırlatacak, bana tekrar nefes almayı öğretecek birini arıyorum. Bu şehirden hem nefret ediyorum; hem de çok seviyorum. Aslında o biri, şehrin ta kendisi...

Sızlandığım zamanlarda hep karşıma çıkan diğer insanları düşünüyorum. Her biri kendimi keşfetmemdeki bu yolculukta bana yoldaş bir bakıma. Ağlayan gözlerimdeki yaşları silen her biri bir mendil gerçekte. Yırtılan elbiselerimin uçlarını toplayan ve tekrar dikmeme yardımcı olan iğneler ve iplikler herbiri. Kanayan yüreğime tuz basan eller her biri. 

Haftasonu bir gazetenin üçüncü sayfasında yazan haberin acı dolu hikayesinin kahramanı bu şehrin insanları. Fatih'deki bir sokağın yanıbaşında park halindeki bir aracın altına konan valizdeki daha 20 günlük bir kız bebenin ölüme itilmesinin hikayesini taşır bu şehir. O valizi farketmeyen bir okul görevlisinin evinden çıktıktan sonra aracını hareket ettirmesiyle yanlışlıkla onu ezmesi daha 20 günlükken ne olduğunu bilemediği bu şehrin onu yoketmesini konu alır. Kim suçludur peki? Anası işi olmadığı için onun canlı canlı katili olmamış mıdır? O vicdansız yüreği sızlamamış mıdır? O bebesinin ağlayışlarını duymamış mıdır?İşte bu şehir hepini yutup, içinde öksüz bırakır insanoğlunu. Tek başına ayakta kalmanın mücadelesini görürsün her nefes alışınla birlikte. Acımasız oyunların tezgahında piyon olursun farketmeden. Sen yaradılandan ötesi değilsindir. Sen... 


Boş cümleler akıyor dudaklarımdan. İsyanlarım var her çarptığım insandan dolayı bu şehrin tozlu topraklarına. Az önce zihinsel gücü çok kuvvetli olmayan bir genç kızımızı her yaz olduğu gibi yine aynı yerde selpak mendil satarken buldum. Saatin kaç olduğu ailesinin umrunda değilken benim neden umrumda oluyor. Ben neden dışarda nefes almak için yürüyüş yaparken, onu görmezden gelemiyorum. Dokunuyorum yaralarıma. O hançerle kesilmiş olan yaralarıma dokunuyorum. Sızlıyor yüreğim, sızlıyor tüm bedenim. Menfaatler yumağında dolanmışız acımasızlığın sinsice oyununa. Offf!... Ben o kızın yanından geçerken yüzüme bakan o masum gözlerine "İyi akşamlar" dedim diye onun o tertemiz yüreği mutluluktan uçuyor. Onu görmezden gelmedim çünkü. Bir güler yüzü , bir sıcak merhabayı esirgemedim. "Sana da güzeller güzeli, teşekkür ederim" diyen cümlesini duydum; minnettarlık duygusunu hissederek. 

Herkesin ne olduğunu farkedemezsin dışardan. Öylece seyirci kalmayı tercih edersen ve sadece Boğazda gezersen, sadece Reina'da eğlenirsen, sadece Yeditepe İstanbul'u manzaralı köşelerden seyredersen görmezsin tüm bunları. Bu şehir seni insan eder; eğer içinde birazcık olsun insanlık duygusu var ise. 

Ben kimler gördüm; kimler. İki kuruşuyla dünyayı deviren, üç kuruşuyla ben yakarım bu şehri diyen, beş kuruşuyla da "hadi be ordan, yıkıl karşımdan" diyenleri çok gördük her birimiz. Şimdi söz sırası siz de. Ben bu şehrin adam ettiği ve insan olmayı öğrenmiş kısmındayım. Daha da öğrenceğim çok bilgisi var. Peki ya siz neresindesiniz? 

İşte size en iyi öğretmen. İnsan olmayı öğreten şehir; İstanbul. Bu yolculuk da hepinize başarılar dilerim! Umarım her biriniz başarıyla mezun olursunuz. Hepinizi kocaman öpüyorum; ve hayırlı günler diliyorum.


BURCU ÖZDER



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu