Ana içeriğe atla

Dipdeyim ve Sondayım...

Ayaklarım çıplak... Üzerinde ilerlediğim toprağın kokusunu duyuyorum. Çimenlerin üzerinde yavaşça yürürken, saçlarım rüzgarla beraber dalgalanıyor. Elimdeki mendilin yavaş yavaş avuçlarımdan kayıp gittiğini hissediyorum. 

Güneş batmaya yakın... Hem de çok yakın. Bu bir veda olmalıydı. Bu belki de son kez bir veda olmalıydı. Sözcükler dudaklarımın arasından akıp gitmeliydi sana doğru. Akıp gitmeliydi; öylece sus pus olmadan dökülmeliydi cümlelerim... Belki isyanlarımdı sana karşı içimdeki öfkeyi böylesine dağlayan. Belki de... Bilmiyorum. Bilemiyorum. Mutsuzum konuşamadığım için şu an, mutsuzum öylesine sadece bakakaldığım için ardından. 


Titreyen vücudumun ardından sadece el sallayabildim sen uzaklaşırken limandan. O giden vapurun ardından buğulu gözlerimi öylece denizin üzerine diktim. Bir el sallama hakkım vardı; onu kullandım sen giderken. Elinde bir valiz vardı; ve bu son bakışmamızdı. Geri dönüşü yoktu. Geri dönmeyecektin artık. Başka bir ülkenin başka bir şehrin kaldırımlarına ayak basacaktın. Biliyordum giderken senin beni unutacağını... Biliyordum yıllarca sana yazacağım mektupların cevapsız kalacağını. Bıkmadım o yüzden. Bıkmak bilmeden yazdım günlerce, gecelerce sana. Tek tek satırlara döktüm tüm özlemimi, tüm sevgimi. Elimdeki mendille sildim gözyaşlarımı ben her ağladığımda. Her ağladığımda sarılan bir kol olmadı yanıbaşımda. Sen giderken biliyordum, bir daha geri gelmeyecektin. Seni son kez öpmüştüm. Son kez  sana bakıp "Seni Seviyorum" demiştim. Sen beni unutacaktın; evet unutacaktın. Çünkü başka diyarın kadınlarını görecekti o parıldayan kahverengi gözlerin. Onları selamlayacaktın hafifçe eğdiğin başınla. Onlara kur yapmayı öğrenecektin. Bir gece biriyle, öbür gece bir diğeriyle beraber olacaktın belki. Belki diyorum; çünkü sadece kafamda bunları kurabiliyorum. Her zaman ki gibi kuruyorum işte. Ne yaparsın! Böyleyim ben de. Hep kızardın biliyorum bana. Hep söylenirdin yapma bunu diye. Elimde değil aşkım. Elimde değil... 

Elbisemin ağırlığını hissediyorum yavaştan... Yavaşça batmaya başladığım suyun dibindeyim şu an. Sen az önce beni bir kez daha kaybettin. Hayatından esas ben son kez çıktım senin. Bir daha beni göremeyeceksin, istesen bile göremeyeceksin artık. Yüreğim dayanamadı bu yüke. Dayanamadım beni unutmuş olduğun gerçeğine. Bu sebeple az önce yürüdüğüm çimenlerin bitiş noktasına geldiğim an bir uçurumun kenarındaydım. Aslında ben hep o uçumun kenarındaydım. Bir ümit diyordum; küçücük bir ümit... Olur ya seni götüren bu denizler, tekrar kavuştururur beni senin benliğinle. Kahretsin ki olmadı. Olduramadım işte. Ne seni durdurabildim, ne de seni geri getirebildim. Yeter diye bağırmak istiyorum. "Yeter kahrolası hayat" diye bağırmak istiyorum avazım çıktığı kadar gökyüzüne. Uçan kuşlar korksun istiyorum. Korkup sana isyanlarımı hemen duyursun istiyorum. Haberimin tez sana ulaştırılmasını arzuluyorum. Tanrıdan diliyorum bunu. Ellerimi göğe kaldırıp içimdeki kopan fırtınanın ismini söylüyorum. 

Martıların çığlıkları gökyüzünü ve yeryüzünü birbirine karıştırıyor. Kollarımı açıyorum sonsuzluğa doğru iki yana. Bırakıyorum rüzgarın güzelliğine kendimi. Denizin o serin sularına benliğimi. Geliyorum, senin olduğun her noktada varolmaya, aşkım sana geliyorum. Sen belki beni görme ihtimalini yitirmiş olabilirsin; ama ben bu gerçeği şimdi yaşanır kıldım kendim için işte. Artık hep yanında olacağım. Haberimi aldığın zaman dökeceğin gözyaşlarına şahit olacağım. Sen "olamaz bu" diye bağırırken, pişmanlıklarını görüp, akan yaşlarını elimle silmek isteyeceğim. Evet belki gerçek anlamda tek bunu yapamayacağım, ama olsun senin olduğun topraklarda hemen yanıbaşında olacağım. Artık özgürüm. Sana karşı, hayata karşı, her şeye karşı tam anlamıyla özgürüm. 

Elimdeki mendil ben düşerken, son kez sildiğim gözyaşlarımı üzerinde taşıyan izleriyle uçup gitti avuçlarımdan. Her nereye konduysa artık orada can bulacak. Belki zaman içinde birinin eline geçecek. O kişi bilmeyecek, bir genç kız vardı burada az önce, elleri sımsıkı onu tutmaktaydı diye. Bilmeyecek o kişi akan iki gözyaşı damlasının manasını. 

Dipdeyim... Kayaların, yosun parçlarının, küçük simli balıkların, denizanalarının, bir su şişesinin, bir ayakkabı parçasının arasında en dipdeyim... Ben giderken uğurlayanım olmadı. El sallayanım olmadı ardımdan bakarak. Hiç kimse bilmiyordu bu öğlen evden dışarı çıkarken, gecesinde oraya dönmeyeceğimi geri. Anam ağlayacak, hem de çok ağlayacak canım anacım biliyorum. Babam dizlerini dövecek, sıktığı avuçlarını, yumruklarını vuracak birbirine. Yıkılacaklar, ama unutucaklar... Unutmak zorundalar. Çünkü hayat hep unutmayı öğretti bize aslında. Aynı sen gibi... Aynı ben gibi... Aynı onlar gibi... 

Şimdi tek sözcük söyleyebiliyorum... Hayata karşı tek bir sözcük, ELVEDA!...


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Cihan KURT dedi ki…
rüzgardan tüylerim ürperdi, martıların çığlıkları kulağımı hala çınlatmakta ve sanırım atladığın deniz biraz soğuktu çünkü hala kendime gelemedim. Ve okurken ister istemez gözümün çarptığı o illüstrasyonlar senin hayal dünyanın somut hale gelmesine yardımcı olması için biçilmiş kaftanlardı. Ellerine sağlık
Burcu ÖZDER dedi ki…
Teşekkür ederim sevgili Gri... Hissettiklerimi ve hayalimde görebildiklerimi aynen hissedip, görebilmen çok güzel.. Aynen öyle deniz tahmin ettiğin gibi soğuktu.. Ve o soğuk denizle başbaşa kalmak başka bir dünyaya açılan pencerenin sadece bir basamağıydı.. Umarım devamında daha güzel hikayeler gelecek.. Tekrar teşekkürler!

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu