Ana içeriğe atla

Amsterdam'ın Büyülü Dünyasında Yaşanan Çılgın Tecrübe

Bir deneyim... Bir hayal dünyası... Bu başka bir varoluş tecrübesi... Dün akşamüstü saatlerinde 3 yıl önce Amsterdam'a ilk geldiğimde cesaret edemediğim bir eyleme kalkışmamla başladı her şey... 

Almayı düşündüğüm iki ürün vardı. Etkileri ne bilemiyordum. Sadece denemek istiyordum. Bütün gün şehrin yoğun havasını tenefüs ettikten sonra bu benim için mükemmel bir tercih olacaktı. Hotel odamıza geldikten sonra Hollanda'nın yerel saatiyle 00:00'dan itibaren ilk yediğim  mushroom oldu. Ardından browne 'nin sadece yarısını tükettim. Mushroom'un tadı çok iğrençti. O yüzden sürekli su içip durdum. Keki de sırf mushroomu tükettikten sonra "Off bu da ne? Etki sıfır; boşuna para verdim" diyen bir söylenmeyi yaşadığımdan yedim. Ve buna rağmen hala başlangıçta gayet iyi durumdaydım. Babam bizi bekliyor; uyumuyor. Çünkü annem de biraz bana uydu; o da az biraz ikisinden de aldı. Diyorum ki tüketim konusunda iyi ki aşırıya kaçmamış benim gibi.  Annem içimizde ilk uykum geldi deyip yatan oldu. Tabi uyumadan önce hafif gülme sendromu yaşıyor. Bu sırada Radio'da Metro FM çalıyor... Müzikler süper. Bu da aslında yediklerimin beni etkisi altına almaya başladığının ilk uyarısıydı; geç farkettim. Çünkü müziğin ritmine uymaya başlamıştı bile beynim. Babam ışığı kapatmayacağım dedi. Koridorun giriş ışığı açık kaldı. Bir de hava girsin diye pencere üstten hafif aralıktı. Otobandan geçen araçların sesi o kadar yanıbaşımdaydı ki... Kendime bir Nescafe yaptım. İşte o kafein yok mu? Beni bir üst Level'a aniden taşıdı. Bizimkiler uyuyacak diye bu kez müziği hoparlörden kulaklığa taşıdım. Artık müzik sadece benim kulaklarımda çınlıyordu. Gözlerimi kapatmamla başkayan etki ise aman Allah'ım o kadar acaipti ki... Beyaz ışık süzmesinden çıkıp yoğunlaşan pembe ışıltılar etrafımı aydınlatmaktaydı... Garip bir mutluluk... Anlamlandıramadığım bir heyecan... Gözlerimi açıyorum. Bu kez de tavanın beyazlığı beni içine çekiyor. Her yer çok aydınlık... Işıltılar çoğalmakta... Hare hare halkalar tavanda sürekli hareket halinde. Sonra birden annem ve babama bakıyorum; uyuyorlar. Kulağımda babamın bir şey olursa seslen dediği son cümle... Telefonumu elime alıyorum. Saçma sapan bir şekilde sosyal paylaşım ağlarımda gezmeye çalışıyorum. Bu esnada içimden geçen duygu değişimleri gittikçe yoğunlaşmakta... Parmaklarım tuşlara doğru gidiyor. Birisini aramalı mıyım; yoksa mesaj mı yazmalıyım? Yoksa Facebook duvarıma o an içimden geçenleri direkt aktarmalı mıyım? Kararsızlık mekanizmamın devreye girmesiyle birlikte plak, o andan itibaren bende tamamen koptu. 

Tam bir iki kelime yazıyorum. Sonra geri siliyorum. Mantığım ile Duygularım, müthiş bir savaş halinde. Sanki birinden biri meydanı istila etse tamamen kendimi kaybedecekmişim gibi hissediyorum. Gerçek hayatta ki gibi kendimle olan aynı mücadele, burada tamamen artık ortaya çıkmış durumda. Gözümü bir açıyordum telefon elimde, bir kapatıyordum ve tekrar açıyordum bu kez yatağın üstünde... Ne ara elime alıp, ne ara bıraktığım konusundaki zaman bilgisi kayıptı. Ya da ne gerçek, ne hayaldi kestiremiyordum. Birden bu ruh halinden çıkmamın tek çözümünün kulaklığı çıkartmak ve müzikle aramdaki etkiye-tepki olayını yoketmem olduğu varsayımına vardım. Ve başardım da... Ama ne var ki hayal dünyamda alttan alta bir fon hala çalıyordu. Hatta dinlediğim son parça sanki hiç bitmiyor gibiydi. Kafam yastıkta gözümü açıp kapadıkça hangi boyutta olduğumu sorgulayıp duruyordum. Sonra birden bir hayal dünyasına daldım; ve son bir haftam boyunca İstanbul'da yaşadığım olaylar zincirine geçiş yaptım. Bu kez de öfkem ile arzularım arasında bir kavga başladı. Mantığım gururumu temsil ederken, halüsinasyonlarım tüm içimdeki duyguları ortaya çıkartıyordu. Görsel hayaller o kadar muazzamdı ki karşımdakini bir çekerken, bir itiyordum tüm kızgınlığımla geriye. Diyorum ya birinizden birini o an arayıp rahatsız etmediysem mantığımın kurduğu baskıya borçlusunuz bunu. Çünkü sürekli iç sesiyle konuşan bir "Burcu" vardı; ve aynı "Ben"ler birbiriyle kıyasıya rekabet halindeydi. 

Sonra birden telefonu tekrar elimde buldum. Ekrana baktığımda üç boyutlu bir simülasyon şeklinde yazılar bana doğru yaklaşıyordu. Dedim tamam; sen oldun kızım. Ve acaba nasıl kendine geleceksin? Birden kendimi tekrar yatağa bıraktım. Bizimkiler hala uyuyor; ikide bir yatağın içinde doğrulmamı farketmiyorlar. İçimden bir ses bana "Bence seslen sizinkilere" derken; öbür ses "seni duymayacaklar; çünkü şu an rüyadasın; ve onlara seslendiğini sanacaksın; fakat seslenmemiş olacaksın" diyordu. Bu ikilem çok uzun süre böyle gitti. Birden bir karar verdim; ve tekrar yatağımda doğrulup bir güçle "Anne!" diyebildim. Annem aniden fırladı; ne olduğunu sordu. "İyi değilim ben; uyanamıyorum" dedim. "Burcu ne görüyorsun?" diye soru sorarken; bana bir yakınlaşıp bir uzaklaştığını gördüğümü dile getiremedim. Tabi bu esnada o da beni canavar olarak görüyormuş; bunu ertesi günü öğreniyorum. Bu sırada babam da uyandı; ve "noluyor?" diye sormaya başladı. Annem bana gülmeye başladı. Onun o gülüşü beni o kadar çok sinirlendirdi ki anlatamam. Babam annemi gülmemesi yönünde uyarırken, aynı zamanda "uçuşa geçmiş bu" diye söyleniyordu. "Uçuşa geçmek"; bu yan yana gelen iki kelime beni birden korkutmaya başladı. Ve şu sorular beynimi elime geçirdi. Birazdan gidip kendimi açık pencereden boşluğa bırakmazdım değil mi? Yoksa yapacak mıydım? Bir saniye ben şu an neredeyim? Acaba odadan çıkmış olabilir miyim? Umarım kimseye sarmamışımdır! Ya da belki de şu an yola çıktım. Her an bana bir araba çarpabilir. Yok hayır... Sessizlik, çok büyük bir sessizlik var. Sanırım ben öldüm. Evet; evet öldüm. Bence ben kendimi boşluğa bıraktım. Bizimkiler ağlıyor mu acaba? Tatillerini de berbat ettim. Keşke beni engelleselerdi. Yeme deselerdi. Offf!!! Şaka gibi... Nefes alamıyorum. Ruhum bedenimden ayrılmış durumda... Kalbimin yüksek ritimde attığını ara ara duyuyorum. Uyanmalıyım; uyanmak zorundayım. 

İşte bu deli sorular havada uçuşurken,  yataktan birden kalkmaya karar veriyorum. Terliklerime uzanmıyorum bile. Doğrulup; banyoya gidiyorum. Duşun cam kapısını açıp, içine giriyorum. Suyu hafif açıyorum. Ve bir süre suyun sesini dinliyorum. O sırada babam banyonun kapısını açıyor; ve bana gene "Ne yapıyorsun Burcu?" diye soruyor. Ardından yanına annem geliyor. Ben bu sırada başımı biraz yıkayacağımı söylüyorum. Babam engellemek istiyor gene, "ıslanacaksın kızım; gel buraya" diyor. "Hayır" diye itiraz ediyorum. Annem gene gülmeye başlıyor; ona dönüp "gülme artık; uyuz ettin beni" diye söylenmeye başlıyorum. Babam da ona kızıyor; ve annem gülerek içeri kaçıyor. Bubarada hala beni canavar olarak görüyormuş. Ben kafamı suyun altına sokuyorum; ve az biraz ıslatıyorum. Üstümde bu sırada hafif ıslanıyor tabi... Sonra babam geliyor; "gel kızım hadi; bu kadar yeter" diyor. Ben karşı koyup bu kez banyo küvetinin içinde yere çöküyorum. Ayaklarıma kenetlenip bekliyorum; artık uyanacağım diye kendimi şartlıyorum. Babam "hadi kalk; sabaha kadar burada mı oturacaksın?" diyor; "Evet" diyorum. Zorla sonra beni ikna ediyor ve yatağıma götürüp yatırıyor. Üstümü örtüp, uyu hadi biraz diyor. Ve gidiyor. Buraya kadar anlattığım tüm olay akışını bütün bir gece milyon kere aynı cümleler, aynı davranışlar; ve aynı müdahelelerle yaşadım. Aslında tüm bunlar yaşadığım son ve tek sahneydi. Fakat beynim aynı örgüyü tekrar tekrar bana yaşattı. Her defasında dediğim tek şey lanet olsun gerçek değil bu da, yine hayaldeyim; ve ben sabah uyanamayacağım kesin olduğudur. Acaba ne oldu bana diye sürekli kendimi sorgulayıp durdum.

Zaman hiç bitmek bilmiyordu; belki de sabah hiç olmayacaktı. Öyle geliyordu bana çünkü. Neden sonra uyanmak için beni bütün gece rahatsız eden iki unsuru değiştirmeye karar verdim. Biri pencereyi kapatabilirsem eğer dışarının sesi kesilecek; ve ortamda bir değişiklik olacaktı. İkincisi de ışığı kapatabilmeliydim. Bunları başardığımda her şey normale dönecekti. Ve tüm gece boyunca ilk kez mantığım işe yaradı; gerçekten ikisini de yapmayı başardım. Sonra uyumuşum. Gözümü tekrar açtığımda sabah 7'e geliyordu saat... Babam yatakta doğrulmuş; camdan dışarı bakıyordu. "Baba" diye seslendim. Uyanıp kendime gelip gelmediğimi sorduğunda tüm gece boyunca milyon kere kurulan cümleleri bu kez duymadım. Artık uyanmıştım... 

Tüm gece ne olduğunu hep birlikte irdelediğimizde şunu farkettik ki ben aşırı alkol de alsam; böyle bir tecrübe de deneyimlemiş olsam her yaptığım, konuştuğum ve duyduğum cümleyi-hareketi aynen hatırlıyordum. Beynim müthiş derecede bütün gece çalışmıştı. Algılarım açılmış; gerçekle hayal arasındaki ince çizgiden ben sonunda başarıyla geçmiştim. Tek sıkıntı nefes almayı unuttuğum aradaki anlardı.

Hep ne yaşayacağım; göreceğim diye merak ederken; gerçek hayattaki kendimle yine mücadeleye girmem çok ilginçti. Hele ki ölümü hissetmem... Daha da ilginç... 

Duygu geçişleri acayip hızlıydı. Algıların komple açılması, duyduklarının ve gördüklerinin çok net yaşanması, beynin sana yaptığı anlık oyunlar anlatamayacağım kadar gerçek ve büyüleyiciydi. Bunu da tecrübe ettim. Böyle bir deneyime girmeyi düşünenler için tek tavsiyem sakın tek başınıza olmayın; ve sizi kontrolde tutacak biri mutlaka yanınızda olsun. Çünkü ben "First Time" dememe karşılık, en düşükte aldıklarımla böyle oldum. Bir de daha karmaşık olanlarını düşünemiyorum bile. 

Dediğim gibi ne eksik, ne fazla... Aynen aktardım yaşadıklarımı. Gülebilirsiniz; kızabilirsiniz; ne saçmalamış diyebilirsiniz; ama yazmasam olmazdı. 

Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle... Hepinize iyi haftalar şimdiden!


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu