Ana içeriğe atla

Elisa'nın Gizli Dünyası - Part 4

( Not: Bu bölümü aşağıdaki parçayı dinlerken okumanız önerilir... )


"Selam :)" dedi ekranın diğer tarafındaki Paul... 
"Naber?" diye devam etti Elisa... 
"İyiyim; senden naber, nasıl keyfin? :)"

O gülümsemenin tatlılığı ve Paul'ün verdiği her güzel cevaptaki sıcaklık Elisa'nın içindeki kelebekleri yine dört bir yana savuruyordu. Ve Elisa'nın emin olduğu bir şey daha vardı ki Paul'de de durum aynıydı. Konuşmaları o kadar akıcı ve güzel ilerliyordu ki farkında olmadan bu iki insan birbirini tanımak için birçok konuya daldılar. Mesela Elisa ve Paul konuşmalarında bir ara mutluluğun anlamını ele aldılar. Paul, Elisa'ya "Hayatta peşinden koşulacak abartıldığı kadar fazla şeyin olduğunu düşünmüyorum" dedi. Haklıydı; Elisa hayattan çok bir şey istemiyordu; sadece küçücük şeylerden mutlu olmaktı hep hayali. Belli bir yaştan sonra yaşadığı şehrin kuru kalabalığını terkedip kaçmak istiyordu; sahil kıyısındaki küçücük bir kasabaya Elisa. Ve orada sadece belki bir köpeği, bir bahçesi olurdu; tabi yanında sevdiği adamla birlikte. Bu kadar zor değildi ya mutluluk... Bu kadar zor değildi ya küçücük hayallerden büyük mutluluklar yaratmak. "Benim de aynı hayalim var" dedi karşılığında Paul Elisa'ya. Ve yaşadığı böylesi bir mini tecrübeyi paylaştı onla. 

"Cennetin Provası gibiydi" dedi Paul ve devam etti; "15-30 metre ilerde yağmur yağıyor; sana gelişini izleyebiliyorsun. Çok yeşildi her yer. Farklı duygular hissedebiliyorsun. Ve seni olduğun yerde oturtup, 'Neden' sorusunu sordurtuyor sana orası". Ne güzel anlatıyordu; ne güzel kelimeler dökülüyordu klavyenin tuşlarından ekrana. Ta en derinlerde hissetti o huzuru Elisa... İşte dedi olması gereken buydu; yaşanması gereken buydu; hayaller buydu. Elisa'da yakın dönemde yaşadığı benzer bir tecrübesini başladı Paul'e anlatmaya. Aralarındaki enerji adeta sürükleniyordu bir bilinmezliğe doğru, ama güzel yönde. Ne tatlıydı aslında tanımadığı bu adam... Ve ne kadar benziyorlardı birbirlerine aslında... 

Çok geçmeden Paul, Elisa'ya bir teklifte bulundu. 

"Fırsat olursa beraber bir doğa çıkarması yapalım :)"
"Olur... Çok sevinirim :) Yaza o zaman"
"Tamam; anlaştık o halde :)" 

Elisa adeta mutluluktan şapşala dönmüştü ekranın karşısında. Daha bir ay önce tanımadığı bu genç adamın iyi ki ona geldiğini içinden geçirdi. İçinden "İyi ki beni bulmuş" dedi. Konuşma sonlandığında Elisa, hayatına çok yakın zaman sonra tamamen girecek olan Paul'ün umut dolu sözleriyle geceyi tamamladı. Artık Paul'ün dönüşünü beklemek daha kolay olacaktı.

Paul, bu konuşmadan 4 gün sonra geri geldi Chicago'ya. Elisa tam da spor salonunda çalışma programını ararken, belinde sıcak bir eli hissetti; "Selam" diyen bir sesle. Karşısında gördüğü Paul'ün bakışlarını özlediğini ona baktığı anda daha çok hissetti. Geri gelmişti Paul; işte tam da karşısında hatta yanındaydı. Tatlı tatlı gülümseyen gözlerle baktı Elisa Paul'e. O an aslında boynuna sarılmak ve onu öpmek geçmişti içinden; ama tuttu kendini. Belki Paul de aynı duygular içindeydi. Ama yine de bozmadı ne Elisa, ne de Paul çizgisini. Onlar için az biraz daha zaman vardı. 

Paul'ün dönüşüyle birlikte geçen her gün bu ikili daha çok yakınlaştı. Birbirlerine olan bakışları, konuşmaları, yakınlıkları daha sıcak; daha anlamlıydı artık. 

21 Nisan akşamı spor salonundan beraber çıktılar. Yani Paul öyle istemişti. Yolda beraber yürürlerken, Paul ilk randevuları için adımı sonunda attı. Evet; işte o uzun süredir beklenen an gelmişti. Bir sonraki gün birlikte ilk gerçek buluşmalarını yaşayacaklardı. Birbirlerinin telefonlarını almaya yeni cesaretlenen bu çiftin önünde hiçbir engel kalmamıştı artık. 

O gece Paul, eve bırakırken yanağına küçük bir öpücük kondurdu Elisa'nın... Elisa o masum öpücüğün sıcaklığıyla yatağına girip, huzurla uykuya daldı. 

Ve  tam da o sırada içinden "Hoşgeldin hayatıma" diye geçirdi Elisa gözlerini geceye kapatırken...


(Devam edecek...)


BURCU ÖZDER


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu