Ana içeriğe atla

SUÇ KİMDE?

Pişmanlıklar, yapılan yanlışlıklar, dönülemeyen yollar... Dönüp de aynaya bakamadığımız silüetler... Suçu aradığımız bir başka bedenler... Sonuçlarını kabullenemediğimiz pişmanlıklar... Sorgulanamayan beyinler, cevabını veremeyen insanlar... Sorun mu kimde? Suç mu kimde? Gelin bakalım, kimde!

Belki kendinizi iyi ifade edemediğiniz için çıkmaza girmeniz ilk başta sizin hatanız. Sonra karşı tarafın her söylemine vermiş olduğunuz ters cevaplarla kendinizi savunmaya çalışmanız, üstüne üstüne giderek olayı körüklemeniz de sizin hatanız. Peki hiç mi karşı tarafın yanlışı yok? Tabi ki var. Ne mi? Mesela o da sizi anlamaya başlamayarak başlı başlına birinci suçlulardan. Daha sonra biraz alttan almak yerine ya da susup, o an oradan, o ortamdan çekip gitmeyi seçmeyerek de birinci suçlulardan. Eğer size bunun üstüne bir de şiddet uyguluyorsa hele ki tam suçlu. Çünkü çiftler arasında gerçekleşen her tartışma bi noktada laflar bittikten sonra çıkmaza girip, fiziksel şiddete mağruz kalabiliyor. Kadın çoğunlukla hırpalanan taraf oluyor. Adam sonra bin pişman. Ama neye yarar bu. Sonuçta sen o eli kaldırdın mı? Kaldırdın. Vurdun mu? Vurdun. Sövdün mü? Sövdün. Kadını küçülttün mü? Evet küçülttün. Daha ne? Neden bahsediyorsun daha? Sus ve kapa çeneni, yargılama sonuçlandı; kalem kırıldı. Mahkumsun buna. Sen sonsuza kadar artık onsuz olmaya mahkumsun. Canına mı minnet dedin. E o zaman çok gülünç olursun. Çünkü bil ki zaman geçecek ve kendine bile aynada bakamayacak kadar utanacak, hatta zavallı küçücük bir adam olacaksın. O yüzden çek git buralardan. Çek git; suçunla başbaşa kal.

Bu arada kadın, diğer suçlu. Tüm bunlara müsamaha gösterdiği için o da mahkum. Çünkü her şeyin bu noktaya gelmesine izin verdi. Şiddet görmekte bile sesini çıkartamadı. Boyun eğdi. Moraran gözleriyle, kırılan koluyla bir köşeye sindi. Hani cesur kadın kimliği diye bağırasım var şu an böylesi kadınlarımıza. Hani bizim cesur kadınlarımız. Neredesiniz? Bu kadar erkeğin eline ipleri vermeniz mi gerekirdi? Elbette ki hayır. Peki neden bunu sürekli ve sürekli yaparsınız? Durun ve kendinizi bir dinleyin. Hata kimde ve nerede başlamakta? 

Her olay bir nedenle başlar; bir sonuçla biter. Önemli olan tepe noktasından kimin artık düşüşe geçtiğidir. Birazcık olsun kendinize saygınız varsa, bunu lüften dikkate alın ve devam ettirmeyin. Kendi hakimiyetinizi kimsenin ellerine vermeyin. Yoksa suçlu siz olursunuz ta en baştan itibaren. 


BURCU ÖZDER

Yorumlar

Adsız dedi ki…
neden hep kadınların şiddete maruz kaldığı söylenir durur,bunu aqnlamakta zorlanıyorum.durun bütün kadınlar şimdi ellerinde tavalar,tencereler bana veya benim gibi karşı düşünenlere sataşmağa başlayacaklardır.şiddeti hep kadınların gördüğünü düşünmeyin lütfen.eşinizle anlaşamadığınız herhangibir konuda hemen ileri geri konuşmağa,eşinizi sinirlendirmek için özellikle sorun (mıcırık)çıkartmak için bıdır bıdır onun yanında veya mutfakta,banyoda konuşmuyormusunuz sizin gücünüz dilinizde,onun gücü elindeyse ve siz dilinize hakim olmazsanız eşinizin de eline hakim olmasını ondan beklemeyin lütfen.çünkü dilinizle eşiniz üzerinde yaptığınız psikolojik baskıyla eşinizingüç kullanmasına siz zemin hazırlıyor olamazmısınız?unutmayın el yarası geçer amadil yarası geçmez ve ölümcül hastalıklara nyol açar yaani evliliği öldürür.herkese sevgi ve saygılar dileğiyle.
Burcu ÖZDER dedi ki…
Sayın okur,

Şu cümleniz üzerinden yola çıkarak konuşmama başlıyorum; "unutmayın el yarası geçer ama dil yarası geçmez ve ölümcül hastalıklara yol açar yani evliliği öldürür."

Sizin el yarası geçer dediğiniz şey için yüzlerce 3. sayfa haberini örnek gösterebilirim size. El yarası geçmiyor; evliliği de öldürmesini bırakın bir kenara, hayat alıyor değerli okur. Bazı erkek müsvetteleri can alıyor (sizi kastederek söylemiyorum,ama kullanabileceğim en iyi sıfat sanırım genellemede bu olsa gerek). Yani erkek, o canı aldığı zamanda geride sanırsam iki kişiden biri yaşamıyorsa, evlilik denen bir durumda zaten kalmıyor.

Hayatlar bu kadar ucuz değil. Kadınlar, hala Anadolu'muzda eşini seçemiyor. Kendisinin verildiği eş de üzerinde hak iddia ediyor. Hala kadınlar, bir ürün gibi Doğuda aileleri tarafından parayla evlilik adı altında birilerine satılıyor. Kadının sevme hakkı yok!

Dırdır diyorsunuz yapıyor kadınlar. Sanırım Tanrı sizi yaratırken, size bir dil ve ağız vermekte eksik kalmış. Kadın tartışma yaratıyorsa, kadın sürekli konuşuyorsa, sizin ağzınız-diliniz yok mu konuşamıyor musunuz değerli okur? Gücünüz elinize-belinize mi yetiyor?

Biz bu tip erkeklerin iç dünyasına baktığımızda evinde eşine şiddet uygulayan erkeğin, aslında çok aciz, zavallı insanlar olduğunu, toplumda dışlanan, toplum içinde çevresi tarafından itilip kakılan, evinin dışında sürekli ezik bir kişilik de olan erkeklerin evine gelince eşine şiddet uyguladığını tespit ediyoruz.

Kısacası, eliniz değil, çenelerinizin konuşması gerek. Eğer hala 21. yüzyılda tartışmayı öğrenememiş bir erkek toplumuysanız o zmn sanırım daha bir 21 yüzyılın daha geçmesi gerekiyor, bazı şeyleri erkeklerin öğrenebilmesi için.

Size de sevgiler ve saygılar değerli okur!

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu