Ana içeriğe atla

Kıymetlim İgo… O Bir Halk Kahramanıydı!

(Lütfen aşağıda yazımla paylaştığım müziği dinleyerek okuyunuz...)

Kaybettim… Kaybettin… Biz birbirimizi kaybettik. Bundan 4,5 yıl öncesiydi. Hayatıma ansızın girip, hayatımdan ansızın bir vakitte çıktın. Ne gelirken sordun gelebilir miyim diye; ne de giderken sordun gidebilir miyim diye… Varlığın hayatıma neşe getirdi; yokluğun ise ızdırap. Ben şimdi sensiz gözyaşlarımı tutamıyorum. Beni terketmiş olmana inanamıyorum. Avuçlarımın arasından kayıp gitmiş olduğun gerçeği beni her geçen gün yiyip bitiriyor. Nerdesin küçük dostum? Neredesin? 

İGO… O benim için bir halk kahramanıydı. Küçücük bedeniyle içimize sızdı. Enerjisi o kadar kuvvetliydi ki ondan korkabilecek herkesi kendisine bağlayabildi. İgo, o bir kahramandı. 


Bizi tanıyan onlarca kişi aslında şimdi anlatacağım bu hikayeyi bilir. Küçük dostumla bir ekim gecesi Beşiktaş'ta Pet Shop'da karşılaştık. Aklımda hiç böyle bir varlığı almak yoktu. İguana, egzotik hayvandır. Soğuk derler onlar için. İnsanlar bilmiyor haklarında hiçbir şey. Zehirli olduklarını başta düşünüyorlar; zarar verebileceklerini, saldırgan olabileceklerini düşünüyorlar. Oysa o kadar savunmasızlar ki aslında ve o kadar masumlar ki… O gün kapıdan girdiğimde hepsini oyuncak zannettim. Bir sürü vardı etrafta. Sonra dükkanda çalışan Sercan'ın omzunda bir tanesine rastladım; işte o İGO idi.  "Gerçek mi bunlar?" diye sordum. İgo, birden dönüp kafasını bana çevirdi; öylece dikkatlice baktı. Birden Sercan'ın dirseğine doğru inmeye başladı. Merak ettim; o kadar tatlı görünüyordu ki. "Kolumu uzatsam, gelir mi?" diye sordum. Sercan da "Gelir herhalde, dene bakalım" dedi. Kolumu uzatmamla hemen onun kolundan benimkine geçti. Bu kez benim kolumun dirseğine kadar geldi; durup bana kafasını kaldırıp baktı. "Sen nasıl bir şeysin öyle, ne tatlısın" dememle birlikte hemen sol omzuma doğru tırmandı; sırtımdan sağ omzuma geçip, orada öylece oturmaya başladı. Ben merakla onlar hakkında bir sürü soru sormaya başladım. -ki yaklaşık olarak 1 saat sonra da toplantım vardı; ve ona katılacaktım. Neden sonra saatime baktığımda zamanın hızla ilerlediğini farkettim. Tam alabilirsiniz diye bir adım atmıştım ki birden omzumdaki küçük dostumun uyurken müthiş bir enerji içime doğru yaydığını farkettim. Emin olamadım başlangıçta. Durdum olduğum yerde ve yine bir adım attım; yine aynı tılsımı hissettim. İşte o an, onu almaya karar verdim. "Ben bu dostumu alıyorum; ne gerekiyorsa her şeyi hazırlayın" dedim. Onlar satmıyorlardı İgo'yu. Fakat bütün inatçı laflarımın sonunda dayanamayıp, o andan itibaren ikimizin yollarını kesiştirdiler. İlk babamı aradım; eve İgo ile geleceğimi söylemek için. Sonra annemi… İkisi de itiraz etti; ikisi de saçmalama diye veryansında bulundu. Ne var ki izin istemiyordum; ve küçük dostumla oradan ayrılıp, toplantıya gittik. Eve gidinceye kadar ki tüm süreç içinde o hiç kıpırdamadan omzumda öylece uyudu. Eve vardığımızda annemin ilk tepkisi kapıyı açıp "O ne burcu…" diye korkup, içeri kaçmak oldu. Ama sonra ertesi günü annemin başının üstünde evde dolaşıyordu. İşte o günden sonra bizim hikayemiz başladı. Küçük dostum; hayatıma neşesiyle hoşgelmişti.
İgo'yu tanımanız gerekirdi. Gerçekten… Hayatta bir kez olsun onunla yüzyüze gelmeniz gerekirdi. Karşılaşan tüm çevremdeki insanları büyüsüne alması gözden kaçırılamayacak bir gerçekti. Küçücüktü bedeni. Bir sürü de lakabı vardı. Küçük adamım, küçük ederjam, küçük dostum, hayatımın anlamı… Hepsi de en içten söylenen sözcüklerdi. 

Derler ki onlar hakkında yazılan yazılarda, bir bebek gibi düşünün onları. Aynı hassasiyete sahiptirler. Öyle baktım ben ona hep. Gözünün içine baktım; bütün hayatımı ona göre şekillendirdim. O kadar akıllıydı ki… Etrafındaki her şeyin farkında idi. İlk haftamızda beraber uyumayı öğrendik. Yatağımın ve yastığımın yarısını ben ona verdim. Hiç demedim ki huzursuz uyuyorum; o da benle beraber yan yana uyumayı öğrenmişti. Ve ömrü boyunca da hep yatakta uyumayı aslında çok sevdi. Ya bazı geceler sırtımda boynumun üstünde uyurdu; ya da el parmağımı tutar; yanında olduğumu hissetmeye çalışırdı. Çoğu geceler uyanırdım ansızın; elimi karnına koyar; nefes alışını dinlerdim. Soluk aldığını duyduğum an içim rahatlardı. Hayatımın rengiydi. Rengarenk bir 4 yıl bana verdi. 

Onunla Asos'a tatile de gittik; İzmir'e de gittik; hemen her gittiğim tatilde yanımdaydı. Kimilerinde kaçak girdi Hotellere; kimilerinde izinli. Beğenmediği Hotellerde her 1 saatte bir inadına tuvaletini yapardı. Burasını beğenmedim; alın size tepkim der gibiydi. Ama onu tatile götürdüğümüzü mutlaka anlar ve onun enerjisiyle hareket ederdi. Araba yolculuklarını çok severdi. Arka camın oraya yatardı; saatlerce dışarıyı seyrederdi. Sıkılınca yanıma inerdi. Bir yolculuğumuzda Özdere'ye giderken tam Ayvalık tarafındaydık; önümüzde daha 5 saatlik yol var; canı sıkıldı; ve yaramazlık yapmaya başladı. Dayanamayıp kızdım; "Bak ya şimdi şu şalın altında uslu uslu uyursun ya da seni sepetine koyarım" dedim. İnanmayacaksınız ama hemen uysallaştı; ve bütün yolculuk boyunca kucağımda şalın altında uyudu. Arada gözünü açıp beni seyretti ne yapıyorum acaba diye… 
Her yaz Kumburgaz'da onunla ya sabahları ya da akşamüstleri güneşin ona zarar vermeyeceği saatlerde kumsala inerdik. Biraz güneşlenirdi; sonra denizde yüzerdik. Bütün Kumburgaz sahili için ismim kaybolmuş, artık adım "İguanalı Kız" olmuştu. Küçücük dostum bütün Kumburgaz halkının hayranıydı. 

Her geçen gün ve her geçen yıl onun büyümesini büyük bir keyifle izledim. 1,25 cm'den uzundu; 4 kiloydu. Benim küçük dostum her geçen gün büyüyordu; bilemezdim ki ölüme yaklaştığımızı yavaş yavaş. Yoktu ki hiçbir şeyi… 

Kızdığım zamanlarda o küçükken işaret parmağımı sallardım ona. Bir kabahat işlediğini bilirdi. Ve olduğu yerde sinerdi. Ne zaman ben ona tekrar gülümserim; hemen yüzümü yalamaya başlardı. Biz gözlerimizle konuşurduk. O gözleriyle anlatırdı bütün duygularını. Kimseyle paylaşmayı sevmezdi beni. Ben de onu… Hayattı o benim için. Beni olgunlaştırdı; benim bütün kötü duygularımı törpüledi. Anlamlı kıldı İgo beni. İgo, hayattı benim için. 

Çoğu kişi bilir bizim dostluğumuzu… Ve benim için ne kadar değerli olduğunu. Ne var ki pazartesi sabahı tuhaflık olduğunu hissetmemizle hemen hastaneye götürmüş olsam da yarım gün içinde kaybettim onu. Röntgenleri çekildi; Akciğerlerinde sorun var dediler. Yaşar demişlerdi; ölmez demişlerdi. Yarım günde… Yarım günde kaydı avuçlarımdan. 

Şimdi bu küçük dostlarımızı bu ülkeye getiren onlarca insandan nefret ediyorum. Ben İgo'yu kurtardım. Ona bir hayat verdim. Gözünün içine bakarak ona tüm sevgimi verdim. Bu türdeki hayvanlara bakmayı bilmeyen yüzlerce insan dolu etrafta. Bu küçük dostlarımızın yaşayabileceği bir yer değil burası. Onları yuvalarından kopup getirmeyin. Onları evleri Güney Amerika'da ormanlarında rahat bırakın. Sizin üç kuruşluk sevdanız uğruna 20 yıllık ömürlerini onları buraya getirerek kısaltmayın. İgo için ben bir şanstım. Onun belki de daha kısa olacak ömrüne ömür kattım. Ama neden daha çok yaşayabilmesi imkanı varken şimdi gitti o. Neden şimdi gitti? Ve ben neden böylesine tükendim? Ne geçti elinize lanet insanlar, ne geçti elinize? 

İgo, o herkesin kahramanıydı. O, benim hayatımın anlamıydı. O, yaşadığı ömrü boyunca hep mutlu oldu. Yüzündeki mutluluğa da herkes şahit oldu. Öldüğü andan sonra o kadar çok arkasından üzülen insan kaldı ki… O kadar çok seviliyormuş ki minik dostum. Bu bile bir kanıttır. Ve ben küçük dostumu çok özlüyorum. Çok özlüyorum seni İGO…. Çokkk! 

Tek dileğim, öldükten sonra sana tekrar kavuşabilmek… Seni anneanneme emanet ediyorum. Tekrar kavuşuncaya kadar sana o iyi bakacak. Ruhunuz huzur içinde olsun… Hayatın boyunca sevildin; ömrüm boyunca da unutulmayacaksın. 

Bir İGO vardı… O bir halk kahramanıydı… 


BURCU ÖZDER

Yorumlar

kadınlar kulübü dedi ki…
gerçekten güzel şeyler var çok beyendim açıkcası
Burcu ÖZDER dedi ki…
Çok teşekkür ederim... Yorumlarınızı her zaman beklerim...

Bu blogdaki popüler yayınlar

HOŞGELDİN 35'İM!...

En güzel baharım; yazım; kışım; sonbaharım... 35'im; hoşgeldin hayatıma!  Şu an tam da saatler 00:00'ı gösterdiğinde ben yepyeni bir döneme geçiş yapmaya başlamış oluyorum. Öncesi benim için bir hazırlanıştı... Bir doğuş, bir büyüme, bir kendini tanıma, bulma ve onu tekrar baştan yaratma... Şimdi yaşamın gerçek yüzüyle tanışmaya hazırım. Bütün deli çağlarımı az biraz geride bırakıyorum. Amaaaa... Çocukluğumu asla! Çünkü o çocuk ruhum beni hep ayakta dinç ve masum tutan yegane şey... O benim için en önemli değer! Sen hep benimle kal olur mu?  35 yaşım; seninle şimdi yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyoruz. Tüm renkleri yanımıza alıyoruz; lakin bana en çok yakışan bundan sonra mor; biliyorum... O mor renk, bana tutkuyu, arzuyu ve tüm istediğim şeyleri verecek olan bir temsilci. Çünkü artık zamanın peşinden koşmayacağım; onun yanında yürüyerek hayatı yaşayacağım. Daha olgun ama daha cesur, kalbinin sesini duyan ama mantığıyla harmanlayan bir "BEN" , kendini ke

Kırık kalbin hikayesi...

Günün birinde kalbin biri yaralı olarak bir savaştan kurtulmuş. Yarini tam bulduğunu sanırken, avuçlarının arasından kayıp gittiğini görmüş. O gün bugündür işte o yaralı kalp, göğsüne saplanan oku, hiç çıkartmayacağına karar vermiş. Ve hikayesi o saatten sonra başlamış... Bu bir kırık kalbin hikayesi... Gözünden hiç yaş damlası eksik olmamış kalbin. Sarılı yarasıyla eksik kaldığını hep bedeninde hissediyormuş. Çünkü kalp tamamlayacağı yolda artık yalnızmış. Ne yapsa da ne etse de hiçbir şeyi geri döndüremezmiş. Aksak ayağıyla yürüdüğü yollarda hep anıları onu takip eder olmuş. Elinde veremediği bir çiçek, yatağının yanında aşkının fotoğrafı ona miras kalmış. Yaralarını sarmak isteyen dostlarını hep tersler olmuş. Sırf bu yüzden de aksi nalet biri olarak anılmaya başlanmış. Onun bu hali dilden dile dolaşır olmuş; ama ona ne ki, bizim yaralı kalbin hiçbir şey umrunda değilmiş. Bir tek o ok, onun tek tesellisiymiş. Çünkü her şey onunla başlamış ve onunla son olmuş.  Kalp, günlerden bir

Kadınların Hamam Keyfi

Bir bayan olarak gündelik hayatın koşturmacasında bazen kendimize vakit ayırmayı unutabiliyoruz. Ev işleri, dışarda tamamlanması gereken işler, pazar alışverişi, vs.. vs.. Bu liste uzar da gider böyle. Fakat ayın bir günü, günün birkaç saatini kendinize, ama sadece kendinize ayırdığınız bir vaktiniz olsun. Ve bunu  bir şekilde değerlendirin. Nasıl mı? Mesela, kadınların hamam keyfi gibi... Acaba bu vakte saate kadar hiç hamama gitmemiş bir bayan var mıdır diye merak ediyorum. Mutlaka var tabi ki de cevabını da kulaklarımda ayrıca duyuyorum; çünkü şu an çınlamalar hakim. Ben de ta ki geçen yıla kadar hiç böyle bir ortamın içine girmemiştim. Oysa ki hamam kültürü dediğimiz alan, aslında pek bir keyifli. Sanki güne gider gibi kadınlar toplaşıyorlar sabahın erken saatinden itibaren evlerine yakın bir hamamda. Eskiden yanlarında börekler, çörekler, kekler gidermiş hamama. Hatta kayınvalideler gelinlerini hamamlardan seçip beğenirlermiş. Lakin artık bu anlayış neredeyse yok olmak üzere. Bu